Sayfalar

2011-10-26

Çizgilerden Taşmak...



3 yaşındaki yeğenime kocaman bir tahta almışlar üzerini çizip boyaması için, başlarda minik sarı yamyamım tahtayı boyamış boylu boyuncaa..Hikayenin gerisinde tabii ki kendisi yerinde durur mu durmaz başlamış koltuk, halı en son da çoraplarından yüzüne geçmiş. Ablacığım kendinden geçerken ona telefonu kapatmasını,  bir kalemde onun eline alıp onun yüzüne kedi bıyığı çizmesine izin vermesini kendisinin de bizim yavruya çizdirmesini söyledim...

İyi de bundan bana ne diyebilirsin :) Hepimiz bu kurallarla yaşamadık mı diye düşündüm kendi kendime.. Yasaklarla!! 

Çizgileri taşırmayarak, çizgilerden taşmayarak...

Şimdi düşünüyorum da sen çocukken boyama kitaplarının çizgilerini yeni bir kıta keşfedercesine taşırıp yep yeni beyazlıklara yelken açardın. Seni daraltmaya çalıştıkları çiçekler, evler, kuşlar, arabalar bir anda yanına senin hayalinden çizdiğin benim bir şeye benzetemediğim ama sende hayat bulan canlı, cansız bir şeylere dönüşürdü ve birileri gelip hep hayır bu boyama kitabı, resim çizmek istiyorsan resim defterin burada derdi...
Sen isyan ettin ve devam ettin, diğerleri ise resim defteriyle devam etti :)

Kural koyucunun hayatta hep kendin olmasını isteyen sen, çocuk yaşlarda başladığın isyan günlüğünün ilk tümcelerini kurmaya başlamıştın bile... Hayatta da öyle oldu sonrasında yaratıcı, kendi kuralları ile dimdik duran sen ve sürekli resim, resim defterine çizilir diyenler...
Şimdilerde çok iyi anlıyorum ve yanındakine bakarak bir işe girişen insanın sonrasında kendi çizgilerini çizmeye başlamasından haz duyuyorum...
Resim yaparken gökyüzünün bugün yeşil olmasını istiyorum söyleyen yeğenime gökyüzü mavi olur ama sen yeşil yapabilirsin diyorum, fotoğraf çekerken altın kuralı dikkate almıyorum zaman zaman, test çözerken sorulara sonundan başlıyorum vs.... Anlayacağın zaman zaman hayatta doğru bildiklerimi yapmıyorum! Artık büyüdük.. Sebebi isyandan değil, sınırlar kendi sınırlarımız; deneyim edip sevmediğimiz şeyleri kendimizi maruz bırakmamak sadece...

Bir filmi izlemeden film eleştirilerini okumamaya da başladım son zamanlarda. İzledikten sonra okuyorum. Çünkü benim gözlüklerimle, yaşanmışlıklarımla kim benim gibi yorumlayabilir ki izlediğimi... Farklı bir cümle yakalayıp bir yere bağlayıp gözlerim dolarken yanımdakinin kahkahalarla güldüğü çok oldu. :) 

Farklılıklar hep güzel geldi bana.. İyi ya da kötü kendini kendi gibi ifade edebilen isyanlar ve tabii sonrasında üretebilen. Pek çok zaman üretmeden sadece eleştiriyi ve yasakları kendine iş haline getirmiş insanların yaratıcıklarının, duvarın kenarına çöp atıldığında duvara "buraya çöp döken...." ile başlayan küfürler yazanlardan farksız olduğunu düşünmüşümdür.


Okula yeni başlayan diğer bir yeğenimin 1. sınıfta yaratıcı drama dersi aldığını öğrendim. Sanırım biz dramayı acemice yalan söylemeye çalışırken öğrendik onlarsa artık okullarda öğreniyor.. Cin Ali artık koleksiyonellerin topladığı değerli parçalar haline gelirken onlar dağları ovaları üç boyutlu maketlerden, kendi vucütlarını dokunduğunda işlevini anlatan organların olduğu oyuncaklardan keşfediyor... Hayal gücünü konuşturan, iyi gözlem yapabilen ve kendinden katacak bu çocuklar ileride hayatta kendi imzaları ile ilerleyebilecekler. Hayal güçlerini dillendirebilecek, somutlaştırabilecekler.

Amacı sadece çizgilere basmak değil, yeni çizgiler ekleyerek kendinden bir şeyler katan insanları seviyorum artık amacı sadece çizgilere basıp isyan edip ettirenleri ise değil..

Ps: Vakit bizlere dayatılarak takılmış başkalarının gözlüklerini artık çıkarıp belki bir kaç kez değiştirerek en sevdiğimizi kullanma vaktidir... Bakalım çanlar kimin için çalacak ;) Şarkımız Link'de ve beni benden alanlardan....

2011-10-23

"Run Forrest Run"


Hayata yetebilmek adına ne kadar çok alana yayılmaya çalıştığımızı farkettiğini söylemen son zamanlarda beni en çok düşündüren cümlelerden biriydi... 

Ortada basit bir düzenek mevcut; ölüm, doğum... Arasını doldurmak için çizdiğimiz yola baktığımda kosakoca bir labirent vardı, karmakarışık... Sonunun çıkmaza bağlandığı ne çok yol yaratmışız kendi kendimize ve önceden göre göre. Ne kadar çok karmaşıklaştırmak için uğraşmışız... Yanlış anlama yine, keyif almak adına ya da kendini geliştirmek adına yaptıklarından bahsetmiyorum, neyi kastettiğimi sen de iyi biliyorsun.

Tüm bunları düşünürken yıllar önce bizi pek etkileyen ve o zaman ki bakış açımızla bile düşündüren bir film arşivden elime geçti ve koydum DVD'ye...

Başlığın gelişinden de anlayacağın gibi evvvet "Forrest Gump"...

Miss gibi samimiyeti yeniden çektim içime. Zeka seviyesi normalin biraz daha altında bir yaşamı kişinin kendi ağzından tasvirleyen bu hikaye söylediğin cümlenin daha daha derinine götürdü beni... Bu arada tasvirleyen lafını bilerek kullandım çünkü gerçek yaşanan ötesine geçip Forrest'ın algısıyla film film olmuş... Algıladıklarını da basitçe tasvir etmiş.

Annesinin anlayabileceği düzeye indirerek hayatı anlatmaya çalıştığı Forrest kökene inildiğinde kaba tabirle doğru kişilere itaat etmiş ve normalde yapabileceğinin üstünün üstüne çıkmış bir adam.. Bunlar öyle küçük başarılar da değil ülke hatta dünya çapında başarılar, ödüller...

Peki bunları yapmak için ne yapmış?? Filmi yıllar önce izlesen de hayal meyal hatırlıyorsundur zaten ama ben söyliyeyim aslında cevabı başlıkta gizli.. "Run Forrest Run" hayatta yapabileceği en iyi, belkide en iyi tek şeyi yaptı koştu... Peki sen ne yapıyosun? diye düşündüm, kendini bölmeye, dağıtmaya, yetmeye çalıştığın parçaları, sonra hangisine tam olarak yetebildiğini. Forrest şanslıydı çünkü birileri onun iyi koşabildiğini keşfetti ama sen daha şanslısın çünkü nerde iyi koşabildiğini anlayabilecek zeka seviyesine sahipsin... 

ve filme dönüş..

Saf bir aşk hikayesi, Amerika'nın yakın tarihi ayrıntıları konuyla inanılmaz güzellikte ilişkilendirilen, kitabı ile kan uyuşmazlığı olduğu söylenen, 6 dalda Oscar alan (en iyi film bunlardan biri) bu filmin en sevdiğim yanı ise başında da söylediğim gibi saf ve samimi anlatımı... 

Para Forrest'ı bozmadı!! :)

Aklıma zeka seviyesi ile olmasa da hayat şartlarından dolayı okumayı bile ileri yaşlarda öğrenmiş senin de tanıdığın bir ünlü geldi.. Kibariye.. Geçenlerde bir programda rastladım kendisine ve aynı samimiyet kokusunu orada da soluduğumu farkettim. Kendi ile ne kadar rahat ve temizce dalga geçebildiğini, hep bildiklerimizi konuştuğumuz bu hayatta onun bilmediklerini de açık yüreklilikle ortaya koyabildiğini... Hayatta en iyi yapabildiği işi yaparak başarıya ulaştığını ve yüreğinin derininden çıkan sesiyle çok tarzım olmamasına rağmen beni nasıl benden alabildiğini. Kendi kendime durdum bir süre sonra seni aradım, hatırlarsın.. Telefonu açtığında tek bir şey söyledim 

"Ben Kibariye samimiyetini özledim"

ve filmden keyif aldığım çok fazla replik bulunmasına rağmen sadece bir kaçını paylaşarak yazıma son vermeye karar verdim; anneden oğluna söylenen yalın ve açık ...

"Hayat bir kutu çikolata gibidir, içinden ne çıkacağını asla bilemezsin."
"Sadece aptalca davrananlar aptaldır."

ve bir replik daha;
  • Jenny: "hey, forrest, Vietnam'da korkmuş muydun?"
  • Forrest: "Evet. şey, bilemiyorum. Bazen yağmur, yıldızların çıkmasına izin verecek kadar duruyordu. O zaman güzel oluyordu. Çölde günbatımının hemen öncesine benziyordu. Suda milyonlarca yakamoz olurdu. Tıpkı o dağ gölü gibi. Çok berraktı Jenny, sanki üstüste iki gökyüzü varmış gibi duruyordu. Sonra çölde, güneş doğduğu zaman, göğün nerede bitip, yeryüzünün nerede başladığını kestiremezdim. Çok güzeldi."
  • Jenny: "Keşke oralarda seninle birlikte olabilseydim."
  • Forrest: "Benimleydin."
  • Jenny: "Seni seviyorum."
  • Pinky: "Budur" ;)
Ps: Kendini soğuğa vurmuş pazar gününü belki kurtarabilir bir şarkı LİNK'de SeNi bekliyor. Kendimi yine Sezen Cumhur Önal gibi hissetim şimdi yaa neyse. :)