Sayfalar

2011-05-28

"Bir Tutam Baharat"


"Tarihteki en büyük savaşların ardında *Baharatlar* vardır.."
 
"Bunca yıl nasıl izlememişim?" dediğim baharat kokulu harika bir film....
Bilirsin çok kullandığım baharat, benim için farklılıklardır, kendine has özelliklerdir. Yemekleri de baharatsız yiyemem...
Yakınırım sana arada;

- Bugün nasılsın?
- Güzel bir gün ama baharatı yok...

Her fırsatta kullandığım bu kelimenin yeni bir boyut kazanması demek şimdi olacakmış. Tüm film benim için masallar diyarında bir baharatçıda geçti. Tüm kokuları aldım. Kapalı Çarşı'da arada kanat sesleri duyulur tabi eğer gerçekten oradaysan. Tavana baktığında oradan oraya uçuşan kuşları görürsün. Film boyunca benim mekanım da uçan halımla Mısır Çarşısıydı.... Bana hayaller kurdurabilen her öğe mevcuttu.. Ses, koku, hikayeee.....

Filmleri başından sonuna satır satır anlatmayı sevmem... Sen izlersin ağlarsın, ben izlerim gülerim herkesin kendine göre yaşanmışlıkları vardır ve aslında en çok etkilendikleri de kendinden bulduğu izlerdir. Zaman zaman yaşayamadıkları da etkiler, sonu gelmemiş bir hikayenin sonu da bağlanır o filmde ya da hep yaşamak istediğin özlemini duyduğun hayat içten içe sarar benliğini, kahramanı olursun bir anda.... Bazı filmlerden çıktıktan sonra bir süre filmde yaşamaya devam ederim. Kendi sonumu yazarım ve hayatıma dönerim. Bu filmde de farklı bir şey olmadı aslında....

Dedim ya başından sonuna anlatmayı sevmem diye ama bu film ile ilgili duymanı istediğim o kadar çok replik var ki aslında...

Hikaye İstanbul'da başlıyor ve bir çok filmden farklı olarak 3 bölümden oluşuyor, isimleri ise çok daha farklı; mezeler, ana yemek, tatlılar.

Fannis İstanbul'da yaşayan Rum bir ailenin çocuğu. Dedesinin boğazın batı yakasında diye geçen tahminimce Eminönü'nde baharatçısı var. Bugünde başlayan hikaye 1959 yılına dönerek devam ediyor ve ardından yeniden günümüze dönülüyor.
Araya bir kaç replik sokmak istiyorum, çok ama çok etkilendiğim tümceler var...

Dede gelen müşterisine lezzet vermesi için köfteye tarçın koymasını öğütler, açıklaması ise;
"- Bazen karşıya istediğini anlatmak için yanlış baharat kullanmalısın!! Kimyon sert bir baharattır; insanları sakinleştirip içe döndürür. Tarçın ise insanların karşısındakinin gözüne bakmasını sağlar. Eğer evet demek istiyorsan tarçın kullan!"
Bu repliği duyar duymaz aklıma kız istemeye giden erkeğin kahvesine tuz koyma hikayesi geldi. Geçenlerde pek bir yakın arkadaşımı istemeye geldiklerinde bu güne kadar saçma gelen bu mizansen ile karşı karşıya kaldım. Müstakbel damat zaten eli ayağı titrer halde heyecanlı iken içtiği o korkunç tuzlu kahvenin farkına bile varamadı ama biz nedense bu olaydan çokça keyif aldık. Filmi izlerken buna güldüm ve tamamen dedenin verdiği taktiğe bağladım. Sanırım şimdi bu komik merasim daha bir anlamlı hale geldi.

Dikkat çekici bir cümle;
"Dede gastronom sözcüğünün astronom sözcüğünün içinde saklı olduğunu söylüyor ve gezenleri anlatmaya başlıyor torununa... Gezegenleri özelliklerinden dolayı baharatlara benzetiyor.

"Midyeleri görünce aklıma hep hamam gelir, insanların yürekleri de buharla birlikte açılır." Bunu duyduğumda hayırdır inşallah dedim, demedim değil. Ne alaka dedim ama filmde böylesi garip tümceler o kadar güzel sahnelerle bağlanıyor ki etkilenmemek mümkün değil.

ve harika meze benzetmesi;
"Mezeler uzağa gidilen yolculukları anlatan öykülerle büyük benzerlik gösterir. Tatları ve aromaları duyguları baştan çıkarır ve macera dolu o büyük yolculuğa hazırlar. Bu yüzden Yunanca'daki geri dönüş sözcüğü dönmek sözcüğünün içinde gizlidir.

"Bu hayatta iki çeşit yolcu vardır, birincisi haritaya bakarak yolculuk edenler, ikincisi de aynaya bakarak yolculuk edenler. Birincisi hep gider, ikincisi ise geri döner"

Tren garında ayrılırken dedenin çocuğa söyledikleri;
"Olduğun yerde yıldızlara bakmayı sakın unutma. Gökyüzünde görebileceğin şeyler vardır ama göremediğimiz de çok şey vardır. Her zaman diğerlerinin göremediği şeyleri anlat. Çünkü bütün insanlar göremedikleri şeylerin hikayesini dinlemeyi pek sever. Tıpkı yemek gibi; yemek lezzetliyse içindeki tuzu görmek umurunda olmaz."


"Bir Tutan Baharat" Türk-Yunan ortak yapımı.Filmin geçtiği yıllara ait siyasi bir takın olayları da filmin içinde buluyorsunuz ki aslında anlatılan siyaset değil yaşanmış bir zorunlu ayrılış hikayesi. Empati kurmaya zorluyor insanı... Ayrıntısını ve tarihsel getirilerini bilemiyorum ancak o tarihlerde Rumlar sınır dışı edilerek göçe zorlanıyorlar. Siyasi replikleri umurumda olmadı ama yoğunlukla hissedilenler ve hissettikleri umurumdaydı. İnsan gözüyle, hissiyatı ile anlatılmıştı hikaye... Sanırım anlatmak için şu repliği aktarmak yerinde olur;
"Türkler bizi Yunanlı diye gönderirken, Yunanlılar da Türk diye karşılıyorlardı."

ve onlar şunu dedi zorunlu olarak zaman zaman duygusal hayatımızda da yaptığımız gibi;
''Bir yerden ayrılacağın zaman artık gittiğin yer hakkında konuşmalısın, bıraktığın yer hakkında değil''
 
Yeniden baharat gerçeğine dönersek birbirinden farklı keskin kokular geliyor aklıma. Bazı kokular vardır ki yanında hissedersin özlediğini. O anı yaşatır mucizevi bir şekilde. Kesin seninde vardır. Annanenin evi, eski sevgilinin kokusu (ki herkesin farklıdır), çocukluğunda  yediğin kurabiyenin kokusu(reklamlarda artık bolca kullanılır oldu, anne kurabiyesi vb.)... Baharatın en önemli yemek unsuru olduğu büyük masalarda büyüdüm ben ve çocuklarım için de hem yemekte hem hayat içinde aynı baharat bolluğunda bir hayat düşünüyorum:)
Ps: Filmde son sahnelerde Tamer Karadağ oynuyor ancak onca büyülü sahneden sonra filme ait değil gibi duruyor. Isınamadım.... Yakın zamanda yapılan bir Bodrum huzur tatilinden sonra uzaklara giden bir şarkı her zaman olduğu gibi linkte;)

2011-05-07

"Şeytan azapta gerek"


Sanırım bu yazım bitince artık sponsorluk teklif etmeyi ciddi ciddi düşüneceğim Dnr'daydım yineee.... Zınkkkk eskilerden bir şey ilişti gözüme geçmişte bir kez izlediğim "Arkadaşım Şeytan"... Bunun Amerikan yapımı gerim gerim geren bir film olduğunu düşünüyorsun ancak yine hep olduğu gibi yanılıyorsun:)

Film Atıf Yılmaz'a ait... Eminim izlemediğine hiç kasma, başrol oyuncuları Şeytan rolünde Ali Poyrazoğlu ve arkadaşı Mashar Alanson... Zaten çocukken izlemiş olmasaydım da "bu ne acaba derdim?"

1988 yılında çekilmiş olan filmin künyesine yazmak için söylenebilecek bence çok tür var...

Müzikal mi?
- Evet
Komedi mi?
- Evet
Kara mizah mı?
- Evet
- Fantastik?
- Evet

Hayatından hiç memnun olmayan Mashar abimiz müzisyendir. Çalıştığı barda çalarken bakar ki istediği noktanın yakınına bile yaklaşamamıştır. Çeker bırakır sahneyi, çıkar dışarı... 
"Gelmek istediğim noktaya beni şeytan getirecekse ve eğer varsa ruhumu da satarım bedeni mi de" diye bir diyalog kuruyor ki çat arkada elinde kedisi Ali Poyrazoğlu..... Şeto:))
Ruhunu bir yumurta ile alan şeytan diğer ruhunu aldıkları insanların yardımcılığı ile isteklerini yerine getireceğini ama 10 yıl sonra da ruhunu şeytana vermiş olacağını söyler. Kabul eder teklifi Masharcım ...

Olaylar böyle başlar, ruhlarını önceden aldıkları para babaları kısaca şeytana yardım etmediği gibi halk dilinde geçtiği gibi "şeytana pabucunu ters giydirirler".... Ruhlarını hapsettiği yumurtaları kırarak kendilerinden almakla  korkuttuğu insanlar zaten artık ruha ihtiyaçları olmadığından şeytana yapmadığını bırakmaz...
şeytan anlar ki insanoğlu ondan daha şeytan olmuş....
Sırtından melek kanatları çıkmaya başlar ve o zamanki kısıtlı ve komik imkanlarla gökyüzünde süzülür.

Hollowood sinemasında bu tarz filmin çok çekildiğini biliyorum ama o tarihlerde değil. Atlamış olduğum bir şeyler kesinlikle vardır ama eğer bu senaryo o tarihte çıkmış özgün bir senaryo ise, filmde o zamana göre fazlasıyla iyi bir teknoloji kullanılmış, danslar güzel, makyajlar güzel, güzel güzel güzel........

Şeytan yıllardır aşık olduğu vitrin mankenini esas oğlan istedi diye kadın haline getirir. Kadın canlanınca önce sevişmekten başka bir şey düşünmez, olmadı değiştirelim yoruldum der; psikopat elinde kova bir ve hanımı haline getirir, yine olmaz çok romantik olsun olmuyor aşk istiyorum der; e o da olmaz baymıştım kadın oooo aşkım diye etrafta pervanedir de başka bir şey yoktur. Eee peki o halde iş kadını olsun der aklı çok çalışsın der; yine sevmez çok ciddidir, o da her şeyi sorguluyordur:) Orada güzel bir mesaj vardır uzun yıllardır kadınlar ne istediğini bilmiyor diyen erkekler duysunlar haykırıyorum "Erkekler ne istediğini bilmez" Erkeğe istediğini değil, istediğinizi dayatacaksınız bayanlar:))) Özü bu...

Film evet filme geri dönüyorum çünkü üstteki paragraf biliyorsun ki benim için yüzlerce yazı binlerce mücadele sonunda aman yaaa ikisi ayrı şey neyi tartışıyoruz ile biten yayık bir muhabbet demektir:)
"Arkadaşım Şeytan"  eğer tamamen orjinal bizden çıkma bir film ise hakkı gani gani yenmiştir. Ayrıca büyük ayıp edilmiştir. Şöyle bir dönüp bakarsak 1988 yılı için Türkiye standartları ile düşünürsek sinema tarihimizin çok ama çok değerli bir eserini es geçiyoruz, amman dikkat!!!!!

Bir ödülümüz var mı? 1989 yılında Altın Portakal'da en iyi görüntü yönetmeni ödülünü almış...(Erdal Kahraman)
 
Filmin künyesi;
Yönetmen Atıf Yılmaz
Yapımcı Cengiz Ergun
Senarist Ümit Ünal
Oyuncular Mazhar Alanson (Fatih)
Ali Poyrazoğlu (Şeytan)
Yaprak Özdemiroğlu
Özkan Uğur
Ayhan Sicimoğlu
Bülent Kayabaş
Deniz Türkali
Tarık Papuççuoğlu
Celal Hüsrev
Hüseyin Kutman
Levent Tülek
Müzik Mazhar Fuat Özkan
Fahir Atakoğlu
Görüntü yönetmeni Erdal Kahraman
Stüdyo Odak Film
Yapım yılı 1988
Süre 90 dk.
Dil Türkçe

Ps: Bahar geldi, insanın tüm bir yazı oradan oraya gezerek geçiresi geliyor. Kalbim rahatsızlığımdan mı yoksa başka bir şeyden mi bu aralar biraz hızlı çarpıyor:) Linkimiz gece bana çok keyif veren filmden bir kare....

Kindar Hayvan (lar)


Yazının başlığı ilk etapta her ne kadar bir çoğumuza farklı şeyler düşündürsede kesinlikle ironi içermemektedir:)

Günlerdir sabah akşam pek bir yakınımdan gelen bir hayvanın sesi ile uyanmakta ve uyumaktayım. İlk başlarda bahar etkisinin üzerinde bıraktığı etkidir deyip pek takılmadım ama sonrasında bu işte bir gariplik olduğunu anladım, dünyanın bana göre en korkunç seslerinden birine sahip olan sevgili karganın balkonuma en yakın dalda bir süre ikamet edeceğini fark ettiğimde ağlamak istedim.... Ona da kızmıyorum hayvanlar en güvenli yere yavrularmış sanırım o da kokumu aldı:))

Önceleri yavruladığını fark etmediğimden "ufaktan bir şey atsam kurtulur muyum dedim" veeee hikaye başladı...
Aklıma ablama sabah saatlerinde saldıran karga, halamın balkon çiçeklerine saldırdığı için parlak şeyler takarak uzak tutmaya çalıştığı karganın intikam için neler yaptığı geldi. Bu yakın çevremden aldığım haberlerdi, internetin başına oturduğumda okuduklarım beni daha da ürkütmeye başlamıştı.

"Kindar karga Mahmut amcaya hayatı zindan etti"

2008 yılında çıkan habere göre 4 yıl önce yavru karganın düştüğünü görünce okşayıp insanlardan uzak bir yere koyan Mahmut amcam onu gölge gibi takip eden anne karganın gazabına uğramış. Amcam kılık değiştirmeyi bile denediği halde karga peşini bırakmıyormuş. Artık bir ömür birlikteyiz diyen ve adı  "kargacı Mahmut'a" çıkan mağdur sanırım kargaların kindarlığına somut örneklerden biri.

Araştırmaların sırasında bulduğum enteresan notlardan biri de kargaların ateş merakı...
Yanan bir ot vs gördüğünde alır dumanı ile tüylerini temizler, bitinden kenesinden arınırmış... Bilgi doğru ise içim rahatladı en azından börtü böcek beslemiyor temiz hayvan:) Parlak şeylerden kaçtığını düşünürdüm ama aksine çekiyormuş bunu da öğrendiğim iyi oldu.
Kindar oldukları kadar zekiler de.... Ağızlarının tadını çok iyi bilirler, insanlarla dalga geçercesine muzip işlere imza atarlar.

Bu kadar karga muhabbeti üzerine "The Crow" film efsanesinden bahsetmesem olmaz. 1993 yılında çekimleri tamamlanan efsane filmin baş rol oyuncusu yanlışlıkla(?) doldurulan silahla ölmüştür. Bknz "Brandon Lee"...
Aklıma gelen bir karga ayrıntısı daha var ki o da Kadıköy'de bulunan tarihimde önemli olan son gittiğimde yine aynı tadı aldığım mekandır, son gittiğim tarihe gelince gerçekten tarih olmuştur... Olsun kalbimizde yeri ayrıdır:)

Bak şimdi aklıma bir hayvan daha geldi "karadul"(Latrodectus mactans)...
Örümcek familyasının nadide parçalarından biri olan bu enteresan tür erkeği ile çifleştikten sonra büyük olasılıkla kuvvetli zehri ile öldürürmüş. Karadul adını da bu sebeple almış... Katilin kadın olduğu bir film serisi fikri uyandırıyor... Hollywood nasıl atlamış bunu:) Atlamadıysa da ben nasıl atladım onu bilemiyorum.. İzlenecek çok film, gidilecek çok yol var.

Sözün özü yaz kış oksijen problemi sebebi ile kapısı açık uyuyan ben, bir süre acaba içeri girer mi korkusu ile tetikte yatacağım. Eee geçmişte yaşadığım yarasa deneyimimden sonra çifte ile yaşasam da sakın şaşırma. Aman tanrım gecenin 2'sinde ne korkuydu. Odanın dört duvarına çarpa çarpa... O benden korkmuş, ben ondan... Neyse telefonum yakındı da pikenin altından annemi arayıp çağırabildim:)))
Şimdi aynı taktikle yorganımı zırh yapıp yatay konuma geçme zamanı:)


Ps: Ne kadar gerilsem de tüm gece bu şarkı ile huzur buldum.