Sayfalar

2013-01-26

Çoktan seçmeli olabilir misin?..




Yazımın konusu çocukken izlediğim bir çizgi filmden başladı.

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde 

1988 yılında yani TRT'nin tek kanal olduğu yıllardan kalma bu çizgi film mini miniyken beni düşündürmeye başlamıştı. Ürkerek izliyordum ama izlemekten kendimi alamıyordum. Sonraları çok düşündüm o yaşlarda beni fazlasıyla etkileyip ileriki yaşlarda aslında hepimizin yaşadığı ama bazılarımızda daha belirgin ufak çaptaki kişilik bölünmesine sebep olmuş olabilir mi? diye.. Sanırım bunun cevabını hiç bilemeyeceğim..

İzlemeyenler için toz bulutundan başlamak gerekirse; Dr. Jekyll ve Mr. Hyde  Robert Louis Stevenson tarafından 1886 yılında yazılmış bir kitap. Kitabın sinemaya ve televizyona çok fazla uyarlaması var ki (Viki'ye göre wuuhu 123 kez)  ben izlemedim, hatta NTV yayınlarından da çizgi romanı çıkmış.. Ancak esinlenildiğini düşündüğüm bir örnek var sanırım, belki onlar da benim gibi çocukken izleyip korkudan unutamamıştır ehe.. 

Araştırdıklarımdan anladığım kadarıyla Stevenson kitabın konusunu rüyasında görüyor ve çok kısa sürede yazarak kitap haline getiriyor. Bu arada aklıma bir önceki yazımın not kısmı geldi, sanırım rüyalarım gerçekten gerçek olabilir.. Kitap ki benim bildiğimce çizgi film; Dr. Jekyll'ın kimyasal bir formül bularak bedenindeki iyilik ve kötülüğü faklı insanlar gibi tek bedende ayırabildiğidir. Gündüzleri fazlası ile iyi bir doktorken, geceleri katil, nalet bir adam haline gelmektedir ve her türlü suçu acımasızca işlemektedir. Dr. Jekyll bu durumdan büyük vicdan azabı çekmektedir blaa blaa.. Viki'de çok hoşuma giden bir cümle var "Roman zaten insanın doğasında bulunan kişilik farklılıklarının bir alegorisidir." İnsanın doğasında aslında sadece iyilik ve kötülük yoktur, farklı şekillerde de bölünmeler yaşayabilirsin ki mesela benim ki öyle; tabii ki konumuz ben değilim o sebepten fazla ayrıntı bekleme... 

Neyse yıllar geçti, sabahın köründe koskoca bir tabak meyve eşliğinde gözlerimi ayırmadan izlediğim bu etkileyici eser aklımda hep kaldı.... Bir film bende derinlerde kalmış sessizliği sonraları yine bozmuştu yıl 1999'du ve ben bir anda dejavu olmuştum. 
  

Fight Club


 Birebir aynı değildi normal olarak ama dediğim gibi benim için özü aynıydı, bir çocuk izlediği şeyden korktuysa bir ömür kilitli bir dolapta hep saklı durur. Filmi izlemeyen yoktur diye düşünüyorum yok hala varsa bazı filmler eskimezlerden. Gerçi bana bakma 1886 yılında yazılmış bir kitaba, okumayı yeni söktüğüm yaşta bir çizgi filme takılı kalmışım ama geçerli nedenlerim var..

Figh Club konusunun yanında çok başarılı başrol oyuncularıyla göz dolduran, yüreklerde yer eden bir filmdi. "Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter"

Aklıma geceleri dinlemeyi sevdiğim bir ses geldi, sanırım sebebini şimdi anlıyorum; aynı  Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi tınısına bayıldığım ve beni bir yandan ürküten bir ses Tom Waits... LİNK'te sevdiğim şarkılarından biri sanırım eşlik edebilir bana olduğu gibi sana da.. 

Filme geri dönersek yine bir kişilik bölünmesi ve bunda da yine diğerinde olduğu gibi "iyi ve kötü"... Diğerinden farkı kimyasal yok!..  Filmle ilgili çok detaya girebilirim ama yapmayacağım çünkü önümüzde daha yol var...

Sonra yıl 2006'ya geldi taa taamm 

Beyza'nın Kadınları... 


Yönetmenine pek bayılmam normal şartlarda ama bu film mmmm güzeldi... Kişilik bölünmesi bu filmde de vardı ki fazlası vardı başrol oyuncusu ikiden fazla kişilik bölünmesi yaşıyordu, bu filmle birlikte araştırdığımda karşıma kişilik bölünmesinin "dissosyatif kişilik bozukluğu" olarak adlandırıldığını öğrendim. Kişi filmde de olduğu gibi bazen 10'a kadar çıkabilen farklı kişiler haline geliyor ve birbirlerini hatırlamıyorlar... Dışarıdan bakınca eğlenceli gibi görünse de evet sinemada ya da ekranda işlenilmeye çok müsait ama normal hayatta sanırım korkunç bir şey... 



Beyza'nın kadınları ile ilgili bir eklemem daha olacak ki benim için konunun da önünde diyebilirim Demet Evgar... Hanımefendiyi bu filmle tanıdım ve hayran kaldım. Oscarlık bir oyunculuktu, izlediğimde Türkiye'de ondan daha iyi bir aktris olmadığını düşündüm. Senaryo itibariyle birden fazla karakteri canlandırmıştı ve hepsi birbirinden başarılıydı ve inanır mısın ben hala o kadının gelmesi gereken yerde olmadığını düşünüyorum, az rastlanır türde bir oyuncu, izlersen ne demek istediğimi eminim daha iyi anlayacaksın... Bırak oynatmayı oyunculuğuna film yazılabilir, ilham o olur zaten..



Yıl 2012 bana ulaşması 2013'ü bulan yeni bir dizi dizi mag da gözüme çarptı; 

Do No Harm.. 


Henüz ilk bölümüne şahit olabildiğim dizide 'ki tutmazsa muhtemel devam etmezler' beyefendi yine doktor ve henüz nedenini bilmiyorum kişilik bölünmesiyle karşı karşıya.. Bilin bakalım hangileri "iyi ve kötü"... 

Sinema tarihinde örneği verilecek başka filmlerde olduğunu biliyorum ama ben sadece anlık aklıma gelen gözlemimi yazarım, onu işin uzmanlarına bırakıyorum...

Bilmelisin ki yazının başında da dediğim gibi herkes kişilik bölünmesi yaşar; doğamızda var... Bazılarımız bunu büyük çalışmalarla daha belirgin yaşarız. Bazen olmamız gereken, yetiştirildiğimiz, büyüdüğümüz sosyal çevrenin aksine bir karakter daha özgürlüğüne ulaşmak ister içimizde... Kendinin farkında olan ve kendini iyi tanıyan insan bunun farkında olabilir.. Figh Club'da olduğu gibi onu öldürmek için beni öldürmeliyim çözümü yanlış olur, korkmayalım araştırmalarıma göre tüm kişilikleri birbiri ile barıştırıp hayatına mutlu mesut devam edebiliyormuşsun... Ama diyorsan ki böylesi daha eğlenceli seni tabii ki tutmayacağım tatlım, tadını çıkar!..

Bakalım bir sonraki kişilik bölünmesi bizi nereye götürecek?

Ps: Benim tanıdığım bir Dr. Jekyll ve Mr. Hyde durumu da var çok çabalamama rağmen Dr. Jekyll'ı baskınlaştıramadım... Şarkımız bahsi geçen filmlerden birinin son sahnesinde çalıyor ve kendisi LİNK'te...

2013-01-25

Merhaba, sanırım ünlüleştirdiğimiz ünsüzlerimizdensiniz...




Fotoğraflar hep ilgimi çekmiştir... İnternet sitelerinin, uygulamaların, sosyal ağların çoğalmasıyla bu ruhu okşayan görsel gıdıklamaya ulaşmak daha da kolaylaştı.

Geçenlerde seninle konuşurken ilgimi çeken bir sözün üzerine yazı yazmak geçti yine içimden; yine başka yerlere çektim farkında olmadan; rahat duramam ve evet yine durmadım..

Gözlem yapmayı çok sevdiğimi bilirsin, her şey büyük bir deneyin parçası benim için, deneyin ne olduğunu bilmiyorum ama gözlemlemem gerektiğini biliyorum, gözlemledikçe ardı ardına farklı kapılar açılıyor ve ben sonu neye varacak hiç bilemiyorum; galiba artık sonu ile de ilgilenmiyorum.

Bir sürü siteden yıllardır fotoğraf indiriyorum hafızama... 


İnsanların fotoğraf tercihleri aslında bilinçaltının en güzel yansımalarıdır. Bazen seni sadece duyuyorum, dinlemiyorum o ara dinlemekten daha etkin bulduğum seni buluyorum çünkü daha kendini bana verdiğin; fotoğraf seçimlerin... O gün içinde telefonunla çektiğin ayrıntıları inceliyorum, pinterestte pinledikleri ya da tumblr da rebloglarını, değiştirdiğin profil fotoğrafını...

Artık hayatımızın içinde büsbütün parçamız haline gelmiş sürekli iletişimde kalmamızı sağlayan sosyal ağlar... Büyük bir kısmınızın aslında çok hafife aldığı, küçük bir kısmınızın kullanmadığı, bir bölümün düşmanlığını kazanmış, ilişkilerin bitimine, ilişkilerin başlangıcına, yepyeni iş fırsatlarını doğuran ve daha çok doğuracak sosyal ağlar...

Bir ara facebook un fotoğraflarını kullanmasın diye timeline a yapıştırdığın yazı vardı ya hani farkında mısın bilmiyorum ama zaten yeterince çıplaksın. Şu an tek arama ile bir şekilde internet ile ilişiği olan herkese ulaşıp, zannedilenden fazlaca fotoğrafını görebilirsin. Sosyal ağ kullanmadığını farz et, eşin, kardeşin, yakın arkadaşın, yan masada oturan yakışıklı, en uç masadaki çok sesli gülüp sürekli fotoğraf çeken lise öğrencileri... Eller yukarı!!! Etrafın sarıldı dostum.. İstesende istemesende parmakların ucunda, gözlerin önündesin, yeni çağın insanı artık ünsüz ünlü!

Önüne geçilemez paylaşma istediğimiz var, diğer ülkelerin bu konudaki durumunu bilmiyorum ama Türkiye'de sosyal ağlar insanları kesinlikle asosyalleştirmiyor. Aslında normal hayatında asosyal profiller çizen kişilikler sosyal ağlar sayesinde gün yüzüne çıkmamış özelliklerini bile keşfe çıkıyor; sosyalleşiyor..

Şöyle düşün adam aslında zeki, belki süper dikkat çeken bir tipi yok, dikkat çekecek bir arabası vs. uçsuz entelektüel bilgiye sahip... Paylaşmaya başlıyor ufağından, aklına gelmeyecek insanların ilgisini çekiyor paylaşımları, normalde aynı ortamda olsa yüzünü çevirecek ciks hanımdan tut, boş zamanlarını kitaplar, filmler üzerine derin tartışmalarla geçiren zarif bayandan, hayatı sosyal ağlardan takip eden beye arada ne oluyor diye sosyal ağlara giren karakterden çık hepsi onu okuyor...


Heyyy artık kitap bastırmak için büyük yayınevlerine gitmiyorsun çoğunlukla... Hem onlar, hem senin için net bir rahatlama oldu. İnternet aracılı ile yazdığın her şey parmakların ucunda potansiyel kitap!... Bir çok konuda keşfedilebilirsin; yazdıkların, paylaştıkların, çektiklerin...

Ciddiye çok almadığın sosyal ağlar sayesinde işini kaybetmen de mümkün ki daha bugün twitterda 3 örneği taze taze okudum. Elindeki gücü doğru kullanılman çok önemli, şöyle düşün "bıçak, hara-kiri (yani kişi bıçağı karnına saplar, sağ-sol hareketleri yaparak diyaframını ve midesini parçalar, bir tür Japon intihar adetidir.) yapmasına yarayan alettir ya da "elma portakal soymakta kullanılan keskin bir mutfak aracıdır." iki tanım var nasıl kullanmak istersin?

Şuursuz kullanılan sosyal ağlar iş hayatında evet artık hara-kiri yapmana sebep olabiliyor, dostum iç organlarını dışarı çıkarıp intihar ediyorsun!.. Yeni çağa ayak uyduran şirketler ya da yöneticiler diyelim artık çalışanlarını bu kanallar vasıtasıyla da gözlem altında tutuyor. Yanlış anlaşılmasın sadece bu amaçla değil motivasyon yükseltebilmek için uzak ilişkide bulunduğun çalışanların hakkında fikir sahibi olmanın en kolay ve kesin yöntemi de ayrıca.. Şirketi hakkında aşırı olumsuz paylaşımlarda bulunan, sürekli gereksiz şikayet eden çalışansa evet gerçek şu ki mercek altında, hadi hadi devam et hara- kiriye.. Dostum işverenin bu açığın içinden dalabilecek kadar akıllı peki ya sen, 

hara- kiri ye devam mı?


Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki aktif hayat içinde yaşayın herkes aslında birer marka; ya markanı sen yönetirsin ya da birileri senin adına yönetecektir. Seni tanımayan kişi adının geçtiği her linke bakacak, adının geçtiği her yönlendirmeyi sen sanacaktır. 

vaktinde beni eğlendiren, doğru bir açıklama..

Sosyal ağ kullanıcıları ıslah edilmemiş bir ırmağın akışını izliyorsunuz; her yöne akıyor amaçsız o zaman siz hedef belirleyin ve suyu baraja ulaştırın, bırakın olması gerektiği yer artık dolsun!..

Birileri senin adına konuşmasın, kendi markanı sen yönet.. Türkiye'de internet paylaşımları ile ilgili büyük boşluklar var. Akıllı şirketler artık sadece bu konu için itibar departmanları kurdu ya da bu konu üzerine çalışan şirketleri keşfetti. İtibar şirketlerini ilk kuran kişilikleri de tebrik etmek lazım, her çözümsüzlük ve krizin yeni bir iş alanı fırsatı olduğunu artık çağımızda hepimiz öğrendik sanırım.

Bu konu tarafımca uzadıkça uzar o sebepten sonuca bağlayıp, işi uzmanlarına bırakmayı (ben sadece gözlemciyim) ve uyumayı uygun buldum. Kendini ifade etmenin en kolay olduğu çağda artık bunu başkalarına bırakma istersen.. Kimse özel hayatına inan meraklı değil, ( tabii meraklı olunanlar da vardır ayrı :) bir hobinle ilgili yaz, ne bileyim beğendiğin fotoğrafları paylaş, oyun oynuyorsan onunla ilgili yaz, okuduğun kitapları yaz, ilgin moda ise onu paylaş ama lütfen seni başkalarından okumama izin verme artık!..

Ps: Uyku düzenimin düzen kelimesini unutturduğu bir dönem yaşıyorum. Çok erken saatlerde uyanıp ertesi gün aynı saatte uyuduğum oluyor, enteresan rüyalar görüyorum. Enteresan rüyalar görüyorum ve bir rüya blogu açmaya karar verdim, onları bu şekilde yönetemeyeceğimi tabii ki biliyorum çok bilmiş ama biriktirip ileride fantastik, komedi, dram tarzında tarzı bir film ya da kitap yapabilirim.. Sanırım karışıklığını yeterince ortaya koyacak yeni bir tür olur :) Aa evet şarkımız, bugün çok çaldığından  telefon melodim LİNK'te.. Bu arada yazımın ilhamı olan cümleyi söylemedim, söylemeyeceğim; şimdi aklıma o cümle ile ilgili başka bir yazı geldi...