Sayfalar

2012-04-01

Bize neyi gösterirlerse ona inanırız..



 
Pek değerli bir dostumun bana yeni hediye ettiği kitabın daha ilk sayfasını okurken içinden onlarca yazı çıkarabileceğimi farkettim. Kitabın adını şu an vermeyeceğim çünkü ilerleyen zamanda yazmak için kendimi zaten tutamayacağımı biliyorum, merak iyidir :)

Benim için pek değerli; öncesinde değerli dostum okumuş, okuduğu kitabı da evet bu senlik diyerek bana hediye etti. Ne kadar özel hissettirdiğini anlatamam, daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi kişiye özel düşünülmüşlükleri seviyorum... Alınan gazeteyi, dergiyi ilk ben okumalıyım diyen ben, kitap konusunda farklı düşünürüm. Üzerinde kişisel notların olduğu, aynı satırlarla gözlerimizin öpüştüğü, kimbilir onu ve beni nerelere götürmüş, götürecek kimbilir hangi yeni keşfedilmişlikleri barındırır...

Büyük kütüphaneli evleri hep sevmişimdir, içimi ısıtır ve evet rahat hissettirir... Senin de hayalin buydu hani ve bu hayalin beni düşünülebilecek binlerce lüks seçenekten daha çok heyecanlandırmış olması da garip..

Kitap diyorduk, ilk okumaya başladığımda hemen yazı yazmalıyım dedirten cümle "bize neyi gösterirlerse ona inanırız" ve yolculuk zihnimde oraya buraya daha rahat vurabilmek için emniyet kemersiz başladı..
Ne kadar meraklı görünen ama aslında bir o kadar da verilen ile yetinen insanlar haline geldik, bir baksana kendine.. Tamam anlıyorum keşfedilecek yeni bir kıta yok ama olabileceğine dair inancımız da yok... Aslında hayat farklı kıtaların, iklimlerin, coğrafyaların bileşkesidir. Her yeni öğrendiğin şey yeni ayak bastığın, yabancısı olduğun bir kıtadır. İstersen başkalarının hazırlayıp önüne koyduğu brosürlere bakar "ne var, ben de giderim" dersin, istersen gemi ile bir yolculuğa çıkar yine başkalarının senin için hazırladığı billboardlara bakarsın yanından geçerken ve eğer gerçekten istersen kendin ayak basar, havasını solur, yemeğinin tadına bakar, kültürünü öğrenir, kendi ten rengini oranın güneşi ile alırsın. 

Bir önceki kıtadan alırsın yanına belki sevdiceğini, keşfetmekten yorulduğun kim bilir aslında hep onun iklimini de yanında götürmek istediğini... 

Okuduğum kitap yine reklam sektörü üzerine... Şimdi bir de bu açıdan bakalım, ortada pazarlanmak istenen bir ürün ya da hizmet var ise neyi göstermek istersen karşındaki onu alır. Pek blogda girmeyi sevmediğim bir konu ama siyaset mesela. Bizler sadece tek bir adamın meydanlarda, mecliste, açılışlarda orada burada konuşmalarını izleyip sevip ya da sevmeyip tepki verirken o kısacık konuşmanın ardında günler süren kimbilir kaç kişinin stratejik çalışması var hiç düşünmeyiz. En ince ayrıntıyı düşünen stratejik danışmanlar kişinin o kürsüye çıkana kadar gömlek renginden, el kol hareketlerine hatta nerede sesini yükselteceğinden, hangi eslerde alkış alacağına kadar herşeyi nokta nokta hesaplamıştır. Yemek hazırdır ve bize neyi göstermek istiyorsa çıkar anlatır... 

İkili ilişkilerde de öyledir, bize ne gösterilirse ona inanırız... Ya bununla yetiniriz ya da yorulana anlamak için tırmalarız.

Ne diyorum biliyor musun?

Hadi cessur olalım, kendi gerçeklerimizi kovalayalım!!

Daha çok tırmalayalım değerliyse; kendi dünyalarımızı yaratalım. Önümüze başkasının görmemizi istediği şekilde koyulmuş her şeye sadece bakmayalım, görelim... Ardından başkalarının değil kendi ayakkabılamızı giyerek yürüyelim birde o iklimde. Süslü ambalaj kağıtlarını açıp bakalım içinde neler varmış, karıştıralım... Ne göstermek istediğimize inandıralım, ne de bize gösterilenle yetinelim..
 
Ps: Güzel bir Pazar ama Cumartesileri hep daha çok sevmişimdir... Gerçi en çok Perşembeleri severim çünkü aslında kimsenin pek dikkate almadığı arada kalmış, kendi halinde bir gündür :) Neyse düşünmekten sıkılmadığım bir gün ve özel bir şarkı LİNK'te..

0 yorum:

Yorum Gönder