Sayfalar

2012-07-26

Başka açıdan özlemek..



Geçenlerde değerli bir dostumla hep olduğu gibi laflarken, konu nasıl oldu bilinmez özlemekten açıldı. Özlemenin, çoğu zaman acı hissiyatıyla kıvamlıca yoğurulup bünyeye alınan bir duygu olduğu konusunda evet, hem fikiriz. "Hiç gülümseyerek özlediğin bir şey olmadı mı?" sorusuna karşılık bir süre onun düşünmesine sebep olmak, tutmasına rağmen sağa sola çekilen hatta yayılan dudaklarını izlemek keyifliydi. O an özleyerek düşündüğü; bir akşamüstü, sevgilisiyle sarılıp uyuduğu bir gece, şuursuzca eğlendiği bir akşam ya da ne bileyim çocukluğundan bir kareydi; gördüm, gülümsedi!..

Bana neden hep özlem duyduğumu sorduğunda ise gülümseyen benim..

Şöyle bir bakalım ressamlar, yazarlar, şairler, heykeltıraşlar vss vss... eserlerinin çoğu özlediklerinin somutlaşmasıdır. Onlar eserlerini çıkarırken ağladılar mı güldüler mi bilemem ama iyi ki özlemişler... Baktığında eserlere memlekete, platonik bir aşka, eski sevgiliye, gençlik yıllarına, rüya gibi günler geçirdiği bir sahil kasabasına duyduğu özlemi buram buram soluyabiliyorsun. 

Benim de özlemekten beslenen bir arkadaşım vardı,

"ben hayaller kurarım ve onları özlerim" 

derdi.

Söylediği cümle ilk gençlik yılları için tarafımca "kaç kaç deli diye" karşılansa da şimdilerde anlaşılır bir hal aldı... Uzun yıllar sonra bir araya geldiğimizde bu cümlesini hatırlattım ona "hala hayallerini mi özlüyorsun yoksa gerçekleştirdin de özlem bitti mi?" diye sordum, bana verdiği cevap yeniden düşünmeme sebep veren cinstendi...

"Gerçeğe dönen her hayal, yeni bir özlem doğurur!" 

Haklıydı....

Zamanında hastalıklı gelen bu düşünce, aslında bir gerçeği yüze vurur şiddetteydi.

Özlediğimiz şeylere kavuşmak anlık mutlu ediyordu ve biz başka şeyleri özlemeye devam ediyorduk...

Tüm bunları düşünürken açık olan radyodan bağır çağır dilimizden olan olmayan karmakarışık şarkı sözleri geliyor kulağıma, ohooo bunlar hep özlem :)

Bazı ruhların özlemekle beslendiğini öğrendim artık, özlemekle ürettiğini... Misal hayal ettiklerinin gerçek olmasının aslında onda sadece şaşkınlık yarattığı bünyeler olduğunu, o kadar alışmış ki özlemeye...

Şey gibi düşün mesele hıımmm..
( "Şey" sonunda yazılarıma da girdi, asil bir dostumun "neyi Nihan neyi?" dediğini duyar gibi oldum :) Sanırım doğru, bir "şeye" anlam yükleyince öteki "şey" özlemle sırada bekliyor.;) )
Bir kitabın film haline getirilmesi gibi. Kitabı okurken kendi hayal gücünle zengin mi zengin kurduğun mekanları, insanları, bir olay anını düşün sonra filmi izlersin püüüff başkasının hayal gücü, film güzel olmamış! Evet güzel olmamış çünkü senin hayalinde, seninle kardığın hiçbir şey başkası tarafından aynı şekilde somutlanamaz. 


Özlemini duyduğun da öyledir zaman zaman.. Özleten o değil, özleyen sensindir. Kendince bir an seçersin, düşünürsün, üzerine daireler, renkler, çizgiler, hikayeler, şarkılar ohooooo!.... Özledikçe zenginleşir, özledikçe özelleşir, özledikçe ilham verir... Aklımız özlediğimiz şeylere her kavuştuğumuzda "hıımm bu değildi" diyerek bu oyunu bize defalarca oynar.

Yaşadığı duygulardan kaçan, onları inkar etmenin komik olduğunu halen fark etmemiş veya hiç  fark edemeyecek insanlar tanıyorum. Acı, özlem, ihanet, hayal kırıklığı vs. tüm bu duyguların aslında yeni yolculukların anahtarı olduğunu farketmemiş olanlar. Neden bunları sürekli bastırmak veya inkar etmek yerine yular geçirip yeni yolculuklara çıkmıyoruz. Herkes resim çizemez, herkes şiir yazamaz ya da kulaklara hoş gelen bir tınıyla şarkı söyleyemez; bunu ben de biliyorum. Unutma, üretmenin yolu sonsuz.. Şimdi bir bak bakalım neler var oralarda....


Ps: Yazıda çokça kullandığım kelime ile sonlandırma fikri daha hoş göründü gözüme.. "Özlüyorum, bir ömür bıkmadan özlemeye devam edeceğim; geçmişi, şimdiyi, geleceği.." Link'te bir özlem şarkısı...
  

2012-07-16

Nemo ile başladık ama....



Geçen gün sevgili pıtırcığımla Finding Nemo'yu bir kez daha izledik. En sevdiğimiz animasyon filmlerinden biri olan bu çizgi filmde pixar yine hayırlı bir iş yapmış ve iyi iş çıkarmış.

"Eee şimdi Nemo'yu ne yapalım biz de izledik" diyeceksin ki haklısın; gerçi bazıları bilirsin çizgi film çocuklar içindir der ki bu animasyon :) Çizgi filmin çocuklar için olmasına gelince üzüldüm senin için dostum... Çizgi film mutlu insanlar içindir, yaşı kaç olursa olsun.... Hafta sonları sabah yumurtamı yerken Sünger Bob ve şu basit saçmalıklarla zekice uğraşıp dünyayı kurtarır ciddiyetiyle sürekli bir iş peşinde koşan penguenleri izliyorum. Sabahları dünyaya gözünü ilk defa açmış insan kıvamında bir süre "neredeyim" diye algı sorunu yaşayan benim gibi bir insan için güzel bir başlangıç oluyor ki eminim senin için de değişen bir şey yoktur...

 Bilmeyenler için "Finding Nemo, bir baba ile oğlunun hikayesini anlatıyor. Tehlikelerle dolu bir dünyada yaşadıkları için baba, mavi dünyaya karşı yoğun bir merak duyan oğlunu kanatları altına almıştır. Fakat günün birinde Nemo kaybolur ve bir balık tankına konulur!



Oğluna düşkün büyük balık Marlin, denizleri birbirine katma pahasına oğlunu bulmaya karar verir. Marlin, çıkacağı yolculukta kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayacak ve tehlikelerle dolu sularda heyecanlı serüvenler yaşar. Marlin'e bu tehlikeli yolculukta tanıştığı her şeyi unutabilme konusunda kabiliyet sahibi Dory eşlik eder.
Daima nitelikli animasyonlara imza atan bir ekibin ürünü olan çalışma, bilgisayar animasyonu ile yaratılmış mavi dünyası ve senaryosuyla ile çok beğenilmişti."
Nemo'yu yeniden izlerken büyük büyük paralara çekilip, saatlerimi harcadığım aşk filmlerinin bana hissettiremediği bir diyalog çok dikkatimi çekti.



 
marlin: it's over, dory. we were too late. nemo's gone and i'm going home now.
dory: no..no, you can't! stop! please don't go away. please? no one's ever stuck with me for
so long before. and if you leave, if you leave...i just, i remember things better with you.
i do. look, p. sherman, 42..40..2..agh! i remember it, i do. it's there, i know it is
because when i look at you, i can feel it. and i, i look at you and...i'm home. please.
i don't want them to go away. i don't wanna forget.

Kafanı çevirip birinin yüzüne baktığında kendini evinde hissetmek!! Anlık hislerden bahsetmiyorum, çok derin.. En çaresiz, geçmişinden en uzak, en yalnız, en kayıp, en başarısız belki en savunmasız, en mutlu anında kafanı kaldırıp ona baktığında evimdeyim huzurundan bahsediyorum, evimdeyim!!..


Demek ki seni başkalaştıran ya da senin değiştirmeye çalıştığın karşındaki şahıs var yaa işte o doğru kişi değil.. Bana hep şikayet edersin ya karşımdaki adam bana her deliliğimle, kendi ağzımla söylediğim zaaflarımla, başarısızlıklarımla, güçlü duruşumla, bazen dik başlılığımla ya da güçsüz anlarımla olduğu gibi başı dönerek yaklaşıyor, sonra mutluluk adına ben onlaşmaya başlıyorum ya da o kendileştirmeye başlıyor diye... Güzel bir noktadan yakalamışsın aslında bunu neden yapıyoruz birbirimize hiç bilmiyorum. Hep söylüyorum hep de söyleyeceğim farklılıklardır birbirini tamamlar aslında... Zevk almak lazım. Mesela bazı insanların hastalık ya da takıntı olarak gördüğü şeyler bana sempatik gelir ve çok eğlendirir. Yanlış anlama "kaçınılmazsa zevkine varmak" durumu değil bu, bildiğin keyif almak :) Bu arada bilerek kendisini karşısındaki gibi gösteren tipler vardır ki bu tavlayana kadardır plastilin (oyun hamuru) insan tipidir benim için bunlar, başka yazının konusu...

Nemo'da en sevdiğim karakter olan Dory sana baktığımda hatırlıyorum, artık unutmak istemiyorum diyor... Dory'nin hatırlama konusunda durumunun vahim olduğunu hesaba katarsak, bu özel bir durum ve evet ona baktığında hatırlıyor... Aynı senin ona baktığında geride kalan her şeyi unutmak istediğin gibi... Zaten olman gerektiği yerde yani evinde olman gibi... Geçmiş yok, gelecek hoyratça zaten onunla geçecek gibi, şu an en çok onunla mutlu gibi.. Pembe bir görüntü oldu değil mi??

Unutmamalı ki yaşanılan taa derinden geliyorsa günümüz ucuz ilişkilerinde olduğu gibi mutluluk ağız hareketi ile ölçülmez... 

Derinde yüzmek cesaret ister ;) Boğulmak bile keyif verebilir hatta.. "Acı keyif verir mi?" dediğini duyar gibiyim.. Bahsettiğim şu aslında; bazıları denizin sığ yerini sever, en acı çekip boğulduğunu düşündüğü anda ayağa kalktığında bakar ki su bileklerinde.. Bahsettiğim derin sular; derinlik sarhoşluğu, tabii ölmemek ama tadına bakabilmek ;)

Geçenlerde severek dinlediğim bir şarkının farklı bir versiyonu elime geçti başında Sertap E. Demir D.'a söyle diyordu:

 "İyi günde ve kötü günde; sahiplenmeden, koşulsuz, nedensiz, beklentisiz, değiştirmeden, ehlileştirmeden hatta kendine rağmen insan sevebilir mi birini?"

Bırakalım Dory tüm sevimliliğiyle unutmaya devam etsin nasılsa baktığında evinde hissedebildiği insana rastlayabilecek kadar şanslı..... Veee filmden son bir replik daha ;

"Endişelenme, er ya da geç bütün sular okyanusa akar.." 

Ps: İnsanın Dory'i oynadığı zamanlar da olabiliyor... Neydi o söz "Deveden büyük fil var" dı sanırım ;)
Bir şarkı LİNKİ daha olsun bakalım..

2012-07-02

Yazı bilmem, Kış aşkı samimidir...



Kendimizi bildik bileli bir yaz aşkı muhabbetidir gider; üzerine şarkılar, şiirler yazılan bu yaz aşkı işini düşününce çok anlamlı bulmadığımıza karar verdik.

Geçen gün birinin attığı tweet üzerine konuştuk seninle bu konuda. Yaz mevsiminin hormonlar üzerine etkisi konusu tartışılmaz bunda hem fikiriz tabii bu süreç baharla birlikte başlar... Konu oradan oraya şarabın da etkisiyle bizleri atarken yazın başlayan aşkların uzun soluklu olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Bunun üzerine yapılmış ciddi araştırmalar var. Bunu da hiç anlamam ya, bir kitle adam durup durup gerekli gereksiz bir şeyler araştırır bunları da aylık sabun köpüğü içerik ararken derginin bittiği ekiyle birlikte 200 sayfalık dergilere sonuçlarını yazarlar. Neyse :) Sen bu istatistiklere hiç takılmadan kendi hayatını söyle bir gözden geçirdin ki tezin gerçekliği tarafınca da onaylandı.

Hah başlarken dedim tweeti söylemedim daha "bu sıcakta sarılarak uyuyorsa aşıktır".. Senin yorumun hiç o kadar aşık olmadım çok şükürdü, bense yine sarılmanın klimayla bir ilgisi olmalı diyorum :)

Yazın aşk sokaklarda, konserlerde, plajlarda falan sürekli dış mekanlara kendini atmak suretiyle halka açık yaşanır aşk.

Peki neden Kış'a doğru biter diye de düşünmedik değil, tamam itiraf ediyorum işimiz gücümüzün olmadığı bir keyif anıydı ayrıca yeterince dünyayı kurtaran adam var onların yanında kalabalık etmeyelim dedik.. Aslında o dergilerde saçma sapan istatistikler yapan adamlar var ya heh işte onlardan biriyim :) Onların içerik sağlayıcısıyım ya da bu yazıdan sonra olabilirim :)


Konuya dönüyorum yine Kış insanı gerçeklere döndürür, bütün yaz o bar senin o konser benim tozu toprağa kattığın insanla artık iç mekanlara geçme zamanıdır. Hormonlar yatışmış, tatlı bronzluk gitmiş, hava grileşmeye başlamıştır.... Umutsuz..  Konuşacak çok konu yoktur, kara kaş kara göz bir yere kadar; yahu sanki yazın daha mı güzel/yakışıklıydı diyen iç sesini yapay gülümsemenle örtmeye çalışsan da sonuçsuz bir yerden sonra raylar gevşer ve gülümseme biter...

Evet itiraf etmeliyim Kış aşklarını samimi bulanlardanım.. İnsan bilincini sarhoş eden aşk tüm yalpalamalara rağmen ayaktadır...

Kışın aşk şefkatli ve işlevseldir. Mesela elin üşüdüğünde zevkle seni ısıtan biri vardır yanında ve sarılarak uyumanın keyif verir. Sabah içilen mis gibi demli çayın, sucuklu yumurtanın (fena canım istedi) kokusuyla öperek davet ettiği gerekli günler ve haftalar..

Düşün mesela yazın nemli ve sıcak havadan yaşamak istediğin konusunda kuşkuyla klimalı bir ortamdan içeri girdiğinde içerideki soğuk hava ile yaşadığın sersemliği... Soğuk havada ise ısınınca duyduğun mutluluğu ve yüzündeki zevk gülümsemesini, kedi gibi :)

Az önce değerli bir dostum İngiltere'den anlık bir kare paylaştı. Normalde ona söyleyeceğim ilk cümle yazık sanayken cevabım keşke orada olsamdı... Üzgünüm tüm kış yaz gelsin diye ağlayan dostlar...

Vee sonunda değerli bir diğer arkadaşım konuya noktayı koydu "kışa kadar dost kalalım".. Sanırım katılıyorum..

PS: Dinlediğim şarkı da (LİNK) nasıl gider yazın keyif veren güneş batışına :) Hah söylemeyi unuttum yaz akşamüstlerine bayılırım....Bu arada yazdıklarıma bakma anlık, hayat süprizlerle dolu.. Açık ol, tavsiyem sadece tüketmek için yaşama!...