Ne zaman ayva marmeladı yesem ananemin tereyağlı kızarmış ekmekleri gelir aklıma; ardından gözlerimi kapatır, çocukluğumun tadını çıkarırım..
Kış günleri apartmanların önüne yığılmış kömürlerin
saatlerce görevlilerce kazan dairesi denilen bir yere taşınması şimdi ne garip.. Kömür
yüzünden İstanbul'da kış akşamları göz gözü görmezdi hatta astım hastalarının çıkması sakıncalı olacak kadar durum vahimdi.
Yazları
akşam üstleri yine göz gözü görmez saatler yaşanırdı ki bu sefer sebep
sinek ilacı yapan aracın mahalleye uğramasıydı. Bir dizi çocuk
bisikletle arkasından giderdi aracın, şimdi evde böcek ilacı sıksak
maske takıyoruz...
İşte tüm anılarda çocukluğa dair biraz sisli biraz dumanlı bir akşam üstüne ait; o hep çok sevdiğin akşam üstüne...
Sarı
telefon kulübeleri vardı, kapısı körüklü hani.. Bir sevgilin vardı senin
hatırlıyorum yazın Kumburgaz, Erdek, Avşa öyle bir yerde tanışmıştın. Telefonu
çevirme anını hatırladım bir an. O zamanlar kolumuzda kuka kuka iplerini
alıp ördüğümüz bileklikler vardı,biliyor musun hala yazları takarım
onlardan.. Evlerde tek telefon olurdu zaten malum telsiz
telefonda ütopik bir şeydi. Ev telefonu sabit dururdu ve sen tüm aile halkının
gözüne bakarak en ciddiyetsiz şeyleri ödev tarifi alır soğuklukta
yapardın. Şimdilerde bunları kim kullanıyor dediğimiz telefon
kulübeleri o zamanlar şirin aşk yuvacıklarıydı. Küçük, orta, büyük jeton seçenekleriyle olduğu kadar
konuşulurdu. Bilmeyenler ne rahatlık içinde yaşadığını anlasın, bilenler
de iki dakika telefonları bozulduğunda yaşadığı isyanı biraz bastırsın. Günümüzde teknolojinin aşk üzerine olumsuz etkileri üzerine yakın zamanda iyisi mi bir şeyler yazayım bak ki pek olumsuz düşündüğüm bir mevzudur kendisi..
Şimdi neredeyse kulağımızda uyuduğumuz telefonu kullanmak yerine "bu akşam müsaitseniz annemler size gelecek" demek için komşuya gönderilmek suretiyle bu repliği defalarca kurmuş çocuklardanım ben mesela.. Kulakları çınlasın koca adamım benim ıslık çalardı aşağıdan çocukluk arkadaşımız bahçedeki banklarda otururduk, kikir kikir... Hazzı şimdilerde hiçbir muhabbette yok!..
Yine başka bir dala doğru yola çıktım ama...
Ne diyordum? Heh, O zamanlar kabul edelim herkesin televizyon
üzerinde dantel bir örtüsü vardı. Kocaman volkmenlerimiz, ara ara
sardığından saatlerce bizi uğraştıran kasetlerimiz, gençlik
dergileri vardı oralardan takip edilirdi tüm dünya müzik haberleri.
Yakışıklı erkek gruplarının üyeleri paylaşılamazken, Slash gibi ağzının
yüzünün bile pek net görülmediği, gitarı konuşturan gizemli pis adamlara
aşık olunurdu. Erkeklerse hep aynıydı seksi olanlar
revaçtaydı ki yaptığı işe de pek bakılmazdı.. Değişen bir şey yok biz yine pis çocuklara aşık olurken
erkekler yine kadınlara hormonlarıyla bakıyor. Yüzyıllar sonra da
değişmeyecek ortak bir tarih özelliği bulduk ya çok rahatladım.
Ahh radyo zamanı yazdım öbür bloguma bunun üzerine hala keyifle dinlediğim radyo tiyatrolarını iple çekerdim, sonraları tabii radyolar da çoğaldı. Biraz zorlayınca bir isim çıktı bak mesela Gecenin Serserisi diye bir program vardı Orhan Çetin.. Nasıl güzel bir sesi vardı, offf.. Minik bir bakındım da o programın prodüktörü Nazan Öncel'miş ve Orhan Çetin felç geçirmiş. Hayat...
Kalabalık bir ailenin samimiyeti ile büyüyen bir çocuk olarak kimsenin anlamadığını düşündüğümüz par dili, kuş dili gibi senkronize saçma diller üretip aramızda iletişim kurardık.
Kuzenim bize geldiğinde bir çekmeceyi boşaltır kendi eşyalarını koyardı, ee bir süre bizde kalırdı. Yataklar serilir, saatlerce kikirdenirdi. Uyuyana kadar konuşulur, son konuşan uyudun mu? diye sorardı; ses çıkmayınca o da rüyalara dalardı. Şarkısı ise belliydi hala söylerim "halamın kızı zehraaaa" :) Barış Manço...
İnsan çocukluğunu hep mi özler?
Geçen gün bir arkadaşım elinde kutuyla geldi.. Sürpriz! Nostalji kutusu dedi yanılmıyorsam, içini açtığımızda karşımıza çıkanlar aynı anda sırıtarak konuşmamıza sebep oldu. Kutunun içinde leblebi tozu, su fışkırtan yüzük, patlayan şeker, sulugöz, yumiyum, altın çikolata, tipitip ve daha eskiye dair gülümsetecek çokça şey vardı. Kimin fikriyse bu kutu fikri hem mutlu edecek hem kazandıracak bir fikirmiş. Hani derler yaa seks ve şiddet satar diye zaman öyle bir zaman ki eskiye saflığa duyulan özlem de artık güzel satar...
Sokaktan seslenirdin annelere kim bilir dondurma parası için nerede şimdilerin diafonu yok efendim kamerası. Pardon yaa şimdilerde çocukların cep telefonu var ki o çocuklar zaten dondurma almak için muhtemelen annelerini aramıyorlardır.
Geçen gün seninle hep olduğu gibi gecikmeli buluştuğumuzda konuşmuştuk hatırlıyor musun?
- Yahu biz telefon yokken nasıl buluşuyorduk? diye..
Yine laf döndü dolaştı telefona geldi. İnsanların gecikme sebeplerinin kendileri olduğu yıllardı tabii; artık bir yerden bir yere gitmek için proje planı hazırlamak gerekiyor ki kesin saat konusunda sapma payı bırakılmalı; yolda kaza olabilir, devlet büyüğü geçiyor olabilir, metrobüs bozulmuş olabilir, köprüden biri atlıyor olabilir en önemlisi sebep ise "hiç" bir şey olmadan trafik olması tabii o da ayrı. Standart buluşma mekanları vardı öyle nedense buluşulacak mekana kolay kolay önceden karar verilmezdi, hayat daha doğal akışına bırakılırdı sanki.. AKM, Kadıköy PTT, Boğa heykeli önü vs. her semtin buluşma mekanları vardı. Saat 12'de boğanın önünde dediğinde orada olmamak gibi bir şansın da yoktu gecikme halinde bunu bildirebileceğin bir telefonun da..
Yurt dışından gelen her şey lezzetli gelirdi haliyle buranın aburcuburu tombi ile başlayıp çokomel ile biten geniş bir yelpazeye sahipti yani en azından çocukken geniş gelirdi.
Dondurma yazları olurdu mesela, birçok meyve ve sebze gibi.. Kar yağarken dondurma yiyebiliyorsun şimdi miss..
Anne ile gidilen günler, börekler, kısırlar :) Allahım prenses gibi süsler kol çantası gibi götürürdü mini miniyken annem beni, evdeki eğlenceli ayrıntıları keşfeder, bıcır bıcır anlatırdım artık ne biliyorsam...
Bahsetmişimdir kesin Üsküdar'a giden bir otobüste yağmur yağarken "anne ne kadar kaldı" sorusundan sıkılıp yeni öğrendiğim şarkıyı tüm gözler önünde eğlenerek söylemiştim. Neyse ki sevimliydim deli sanmadılar. Ah şu Ayşecik filmleri, kariyerimi bitirdin (:
Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur
Katibimin setresi uzun eteği çamur
Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır
Üsküdar’a gider iken bir mendil buldum
Mendilimin içine lokum doldurdum
Ben yarimi arar iken yanımda buldum
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır
Anne ile gidilen günler, börekler, kısırlar :) Allahım prenses gibi süsler kol çantası gibi götürürdü mini miniyken annem beni, evdeki eğlenceli ayrıntıları keşfeder, bıcır bıcır anlatırdım artık ne biliyorsam...
Bahsetmişimdir kesin Üsküdar'a giden bir otobüste yağmur yağarken "anne ne kadar kaldı" sorusundan sıkılıp yeni öğrendiğim şarkıyı tüm gözler önünde eğlenerek söylemiştim. Neyse ki sevimliydim deli sanmadılar. Ah şu Ayşecik filmleri, kariyerimi bitirdin (:
Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur
Katibimin setresi uzun eteği çamur
Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır
Üsküdar’a gider iken bir mendil buldum
Mendilimin içine lokum doldurdum
Ben yarimi arar iken yanımda buldum
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır
Bu kaderimin şarkısı olabilir mi? (: neyse...
Buz dolaplarının derin dondurucuları değil buzlukları vardı, merdaneli çamaşır makinesine de yetiştik tabii biz ucundan onu bırak gırgır diye yüzyılın keşfi olarak vaktinde pazarlanmış alet halen satılıyordu. Oww o gırgır da ne ziyan bir şeydi, yere sürerdin isterse çeker de yine canı istemezse geri bırakırdı.
Sokaklarda bağır çağır geçirilmiş bir çocukluğun sonlarındandık aslında biz.. Mendil kapmaca, yağ satarım bal satarım, köşe kapmaca, yakan top, renkli istop, bilye, seksek, ip atlama, kulaktan kulağa, körebe, birdirbir aklına ne gelirse artık hepsini vaktinde oynadık, bisiklete binmek spor değil oyundu o zamanlar. Aaa bir de ev oyunları vardı "İsim, şehir, hayvan, bitki, eşya oyunu", Kim, kiminle, nerede, ne yapıyor? gibi oyunlarımız vardı. Aslında işin özü şuydu şimdiki gibi oyalanacak çok şeyimiz de yoktu; çocuktuk, yerimizde duramıyorduk, sokaklar oyun sahası demekti, özgürlük demekti.. Oyun bulamasak uydururduk..
Çöplerin grev yüzünden uzun süre toplanmadığı, elektriklerin sürekli kesildiği, suyun aylarca belli saatlerde aktığı zamanlar yaşadık; her şey oyun gibiydi ve biz de zaten çocuktuk..
Öğlen uykusu zorunlu olduğu yıllardı bizim evde annem elimize bir de kitap tuttururdu, cezalı gibi okurduk, okurduk da iyi ki de okumuşuz.
Bilgiye ulaşmak için çaba sarf ederdik bak işte şimdilerin en çok bu lüksünü seviyorum, elinin altında.. Dönem ödevleri verirlerdi evdeki ansiklopedi de yoksa mecburi istikamet kütüphane.. Çizgisiz dosya kağıdına yazardın ve bir hata yaptın mı hooop çöp! Yazardın dediğim de olduğu gibi kopyalardın, işin gerçeği. Benim ilgi alanımdı mesela ansiklopediler o zaman da meraklıydım; her gün yeni bir şey keşfeder gibi bir parçasını okurdum..
Biraz daha yakın bir zaman diliminde gazeteler kuponla ansiklopedi, bisiklet, televizyon, yemek takımı, çatal bıçak takımı, araba, bavul ve daha akla hayale gelmeyecek şeyleri bir dönem verdi ki bence toplamayan da yoktur bir dönem. Hatta bir ara öyle bir durum oldu ki insanlar gazetenin yanında kupon biriktirmeyi bıraktı kupon için gazete almaya başladı. Müdahale olunca duruma hayat normale döndü..
İnsan çocukluğunu hep özler, hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın... Yeğenimin yaralanma sebebi plajda ipad ı ayağına düşürmesiyken benimki ablamın arkasından koşarken sokakta cama düşmekti..
Büyüdüm; kaybettiğim yakınlarımı, çocukluğumdan kalma sesleri, anları, anıları özledim. Oyunlar artık büyük oyunları, güldüren değil inciten cinsinden ve evet insanlar artık bilinen manada mızıkçı da değil gerektiğinde gözünün yaşına bakmayanından..
İnsanın özlediği saflıktır, yaşanmış olan anlar hep güvenlidir; başına ne geleceğini bildiğinden çocukluk güvende hissettiğin yerdir. Hayatının belki bugüne taşıdığın iz bırakan günlerini yaşasan da dönüp bektığında kötüler bilinçaltına geçmiştir, hep özlem duyulanlar ise hatırlanır, mutlu eder..
Ben aynı senin gibi ne zaman çırpı bacaklı çocukluğumu hatırlasam, o zamanki kutuplardan basık ekvatordan şişkince gülümseme belirir yüzümde ve kimse o anda aldığım hazzın ne olduğunu anlayamaz..
Ps: Sevgili ablamın Cuma geceleri annemler dışarıdayken zorla izlettirdiği korku filmleri geldi aklıma. Gözlerimi kapatırdım görmemek için; bir gece boğazımı tutup "hiç beklemediğin bir anda seni gelip boğacağım" demişti. Bu kadar geriye dönünce hatırladım bak şimdi :) Seni şakacı, arkanı iyi kolla!.. Linkte güzel bir şarkı bıraktım..
..
0 yorum:
Yorum Gönder