Sayfalar

2011-12-31

Külkedisi'nin üvey annesi gibiydin 2011..

 
Yeni yıl kapıda...

Bu yaşımıza kadar her eski yıl bitimi, yeni yıl başlangıcında hiç değişmeyen muhabbetlere zevkle ortak olduk. Düşünsene yılbaşı ikramiyesi geyiği mesela; ikramiye miktarının yüzeyde kapladığı alan ne kadardır, bu para ile kaç tane taksi plakası, kaç ev satın alınır ki bu evlerin Amerika vs. de olanlarının da hesabı yapılır. İkramiye ile dünya çevresi kaç kere dolaşılır, uç uca koysak Çin Seddi ile oranı nedir, bozuk para olsa kaç tondur .... of of of bunun gibi her yıl yepyeni enteresan yaklaşımlar eklenen geyiklerdir bunlar. Merak etmiyor değilim bunları hesaplaması için acaba özel bir grup ile mi çalışıyorlar. Toplanın bu yılın ikramiyesi budur, hadi saçma sapan şeylerle oranlayalım da ikramiyeyi cazip kılalım!!!

Çocukluğumdan beri farklı farklı insanlardan yüzlerce kez duyduğum ve nedendir bilinmez hala sırıtmaya sebep olan seneye görüşürüz muhabbeti. Ne yalan söyleyeyim içimden "haklısın araya biraz zaman koysak da bir süre gözünün akını görmszem demiyor değilim. Çok değil bir kaç sene kadar...

Yeni yıla yeni beklentilerle girmek, yenilendiğini düşünmek kesinlikle insan psikolojisine iyi gelen bir şey. Tamam ertesi gün gözünü açtığında geceden kalma olmanın üzerinde bıraktığı baş ağrısı tüm bedenine hükmederken yılbaşı gecesi karıştırdığın alkol miktarı mı aklına geliyor, yoksa hala bugün 1 Ocak neşe doluyor insan mı diyorsun bilemiyorum.:)


Bu yıl geçmişe kocaman bir set çekmeye karar verdiğimden ve rejime başlanılan Pazartesi'ler gibi en uygun tarihin Ocak 1 olduğunu düşündüğümden psikolojik bir temizlik kararı aldım. Notebook'um da ki tüm bilgileri bir hard diske kopyaladım ve geri kalanları sildim. Geçmiş insanın sırtında taşıdığı kambur gibi.. Bugünü ona borçlusun ama sürekli senden diyetini istiyor.. Kura çektim 12'ye çıktı, yeniden doğmak için güzel bir rakam. Diyorum ki ne yapalım biliyor musun? Geçmişimize yılbaşı gecesi güzel bir teşekkür edip, şerefine az biraz kadeh kaldırıp güzel bir jübile yapalım...

Bu kararı almama özellikle çok yardımcı olan ki emeklerini hiç inkar edemediğim 2011 yılı... Külkedisi'nin üvey annesi gibiydin, hakkını nasıl öderim bilemediğimden seni hiç yaşanmamış sayıyorum. Kazandığım deneyimler için artık istesen de istemesen de hakkını helal ediyorsun :)

Şöyle bir düşününce bir ömür ardından aynı yola çıkarım dediğim insanlar tanıdığımız gibi bu da mı varmış karakterinde, tanımaz olsaydım dediğimiz insanlar da oldu. Biliyorum, olacak.. Hep söylersin ya "ne zaman artık beni hiç bir şey şaşırtmaz desem hayat karşıma daha iyi ilizyonistleri çıkarıyor" diye :)  Deme, şaşırma da.. Kendi doğrunu yaşayıp, sorgulama..

Bu gece yılbaşı; senin de benim de ayrı ayrı planlarımız var, seninkini bilmem ama benimki geçmişten geleceğe çoktan taşıdığım dostlarımla. Bu yıl klasik olsun diyorum; biraz alkol, tombala belki, belki yeni öğreneceğim poker:) hatta neden böyle bir hayal geçiyor aklımdan ama koca bir çanağın içine meyveleri doldurup bir yandan meyveleri soyarken bir yandan laflayıp kıkırdayasım var.

Çocukluğumdan hatırladığım bir kare geldi, şimdilerde Türkiye'nin en önemli ilim yuvalarında okumuş master için yurt dışında yıllarını geçirmiş ve şu anda çok büyük bir firmanın başlarından biri olmuş bir arkadaşım yılbaşında saat 12'yi Sibel Can çıkıp dans edecek diye telaşla beklerdi, acaba bu yılbaşı ne yapıyordur? Sibel Can dans etsin diye beklemediği kesindir de.. O zaman bir espirisi vardı tabi dansözün. Hiç sevmedim, hiç de sevmiycem... Zaten etraf dansöz dolu.. Kulakların çınlasın Sevgili Serdar Ortaç ya da vazgeçtim çınlamasın, hiç gerek yok :)   

Yılbaşının bize ait olmasa da en sevdiğim özelliği her yerde noel şarkıları çalması. Çok şekerler ve kesinlikle beni mutlu ediyorlar hatta sözleri de genelde saçma ya da fazla sevgi dolu buluyorum. Melodileri birbirine benziyor ve bir anda sağa sola ritm tutuyorken bulduruyorlar kendimi, işin garibi sallanırken de hiç bir şey düşünmüyorum. :) Bir kaç kere alışveriş yaparken, kitap alırken kaptırdığım oldu kendi kendime. Ayıldığımda kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum.

Ah ah bknz koç burcuyum ve şu en Sayın Rezzan Kiraz büyük değişimler yaşayacağımı söylüyor. Sıra dışı değişimler beni bekliyormuş, beklenmeyeni bekle diyor, tatlım geç kaldın demek istiyorum. :)

Bu arada lütfen gerekli olmadığı sürece geçmişte bıraktıklarımız ile konuşma, defalarca konuşup altını çizdiğin şeyler sadece konuya yaptığın vurguyu arttırır ki sıkıntı bu noktada yine, yeni, yeniden başlar..

Derken aklıma bir şiir geldi her defasında okumaktan çok keyif aldığım.. Arjantinli yazar Jorge Luis Boges'in "Anlar" şiiri hani "eğer yeniden başlayabilseydim hayata" diye başlar. Şiiri google da şu an ararken Can Yücel'in başka bir şiirine gözüm takıldı. Sanırım şiir yazsam bu şiiri ben yazardım, tamam yaa en azından yazmak isterdim.. :) Hatta yazdığım bir kaç blogun özeti bile diyebilirim.

Can Yücel’ den

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun.. Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun!

Çok uzatmayacağım bu gece keyifle iç, sohbetle ye ve tüm tatlı tatsız ne varsa o gece orada bırak....

Ps: Sen de lütfen artık şu kırmızı çamaşır geyiğinden kurtul. Şarkımız tabiki günün anlamına uygun olacak, Link'den dinleyebilirsin.

2011-12-18

Bu maskenin altında bir yüz var ancak benim değil!... "V"



 
Yazmanın ve konuşmanın çoğu zaman kolay olduğu bir dünya benim dünyam ama bazı durumlarda kilitlenebiliyorum ki bu da onlardan biri. Hani bazen herhangi bir şey hakkında söyleyecek düzinelerce lafınız vardır da konuşmaya başladığınızda ağzınızdan kelimeler bir türlü çıkamaz yaa işte onun gibi... Söyleyecek çok şeyin olması ve bir türlü hangisinden başlayacağını bilememenin verdiği kaybolma hissi, sonunda yorulup, pes edip ertelemek ya da tamamen yutmak... Bu yazdıklarımın nereye çeksen oraya gideceğini bildiğimden konuya hemen açıklık getirmek istiyorum, uzun süredir "Vendetta" hakkında yazmak istiyorum..


Filmi kafamın karışık olduğu zamanlardan birinde uzun süre aradan sonra yeniden izledim. Film aslında çizgi romandan uyarlanmış, ben bunu yeni öğrendim mesela... "Tüü rezil, nasıl bilmezsin?" diyebilirsin ki hayata bildiklerim kadar bilmediklerimi de bağıra bağıra haykırabilirim, kime ne? Ayrıca herşeyi biliyor olsam yaşamak için sebebim kalmazdı. Bilmediklerim beni hayata güçle bağlıyor, bilme inancı yaşamımın sonuna kadar beni ayakta tutacak ki evet yeniden söylüyorum V aslında çizgi romanmış, yeni öğrendim!

V'nin oyunculuğu için çok şey söyleyemeyeceğim çünkü benim için yüz mimikleri ve bakışlar büyük etkendir bir aktörü değerlendirmek için. Filmde maske taktığından aktörlüğünü çok yorumlayamayacağım ama haksızlık etmek de istemem keskin tavırlı, çok hoş... Natalie Portman için ise kelimeler yine kifayetsiz...

Filmi izlemişsindir diye düşündüğümden (izlemediysen görevin hemen DVD'sini almak ve okumayı bırakmak) yine kendi uslubumla aralara replikler alarak yavaş yavaş kanına yeniden izleme dozajını karıştıracağım..

Senin de bildiğin gibi filmin esas çerçevesi "intikam" ama düşündüren replikleri ve beni çok çok etkileyen farklı aşk hikayesi ile sarsıcı... Günümüzle ilgili anlayabilene aslında çok çok büyük ve etkili mesajlar verdiğini de açıkca söyleyebilirim. Aklı salim her izleyicinin neyi kastettiğimi anlayabileceğini düşündüğüm mesajlar içeriyor ki bunları burada açmak çok farklı konulara bizi alıp götürür ki illaki bir misyonum olacaksa parmakla göstermek benim için kafi. Böylesi durumlarda hep ne derim bilirsin;

"Parmak cenneti gösterirken sadece aptallar parmağa bakar"

Hoşuma giden ayrıntılardan biri de bir kaç sahnede Monte Cristo Kontu'nun izleniyor olması.. Monte Cristo Kontu baştan sona cayır cayır bir intikam hikayesidir, etkili repliklerinden vs. değildir bu filmde olduğu gibi sürükleyen kısmı. Hani öylesine tıkır tıkır işleyen bir planla o intikam alınır ki geriye suratta kısık gözle sinsi bir gülümseme bırakır hah tabi yanında gönüllerde nane ferahlığı da cabası..

fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum.
fikirler adına öldürülen ve
fikirleri savunurken ölen insanları gördüm.
yalnız,
bir fikri öpemezsiniz,
ona dokunamazsınız,
veya onu tutamazsınız.
fikirler kan ağlamaz.
onlar acıyı hissetmez.
ve onlar sevmez.

ben o fikri özlemiyorum, o adam, 5 Kasım'ı bana unutturmuyor.
hiç unutmayacağım bir adam!!

Yüzünü göremediğin birine aşık olmak nasıl bir şey diye çok sorgulamıştım hatırlarsan.. Şimdilerde düşününce neden olmasın? diyorum. Farklı bir şey; bir karaktere aşık olmak, ruhunun çırpınışlarına, sana gösterdiği özene, sabırla dinleyişine, dinleyişine ve yorumlayıp sana desteğine, senin için direnişinee... İki insan arasındaki dişlilerin tüm bunlarla tık diye birbirine oturabildiğini iyi biliyorsun..

Eminim üst paragraftaki kadına gösterdiği özen kısmı da yine sana hadi cnm dedirtti ama evet kesinlikle hala düşündüğüm bir çoklarının aksine zekice özenli olduğu.

V filmin esas kadınını küçük oyunla bir hücreye kapatır ki aslında onun evinde bulunan bir bölmedir burası.. En çok etkilendiğim bölümlerinden biriydi bu sahne, waaww dedim çünkü kadına böyle bir şey yapmasının tek sebebi kadının ona bir replikte "korkuyorum" demesi, onu arındırmak ancak bir travma yaşatarak mümkün olması. Türlü işkencelere maruz kaldığı ve farklı bir pencereden bazı şeyleri görmesini sağlayan hayali hücre arkadaşıyla geçen hücre hapsinden kurtulabilmesi için iş birliği yapması yeterliydi ama o direndi "beni öldürebilirsiniz, hazırım  reddediyorum" dedi. Söylediği anda özgürsün diye bırakıldı evet o özgürdü çünkü ruhu artık özgürdü...

Şimdi soruyorum, hayatında kaç kişi sana korkularını yenmen için öyle ya da böyle destek verdi?? Evet uyguladığı yöntemin çok normal olduğunu savunmuyorum ama kaç erkek ya da kadın yüreklice tuttu elini! Günümüz için cevabı zor bir soru seni de anlıyorum..

“Beni dinle, Evey. Hayatının en önemli anı olabilir bu. Ona sahip çık. Anne ve babanı senden aldılar. Erkek kardeşini senden aldılar. Seni bir hücreye tıkıp, hayatın hariç sana ait olan her şeyi senden aldılar. Ve sen de yaşadığın için şükrettin, öyle değil mi? Sana bıraktıkları tek şey hayatındı, ama değilmiş, öyle değil mi? Ve başka bir şey buldun. O hücrede, senin için hayatından daha çok değer verdiğin bir şey buldun, çünkü istediklerini vermediğin takdirde seni öldürmekle tehdit ettiklerinde ölmeyi tercih ettiğini söyledin. Ölümünle yüzleştin, Evey. Sakindin. Serinkanlıydın. O sırada hissettiğini şu anda da hissetmeyi dene.”
Evey o sırada hissettiğini şimdi ve bundan sonra da hissederek,V’nin başlattığı devrimin öncülüğünü üstlenerek “yıkım”dan sonra “yapım”ın mimarlarından olmuştur.

Biz filmde V’nin toplumu dönüştürdüğü kısmı izleriz. Ancak hepsinden önemlisi V’nin kendini nasıl dönüştürdüğüdür. Evey işkenceden sonra V’ye ondan nefret ettiğini söyler. V de Evey’e şöyle cevap verir:
“İşte bu yüzden! İlk başta ben de sebebin nefret olduğunu sanıyordum. Tek bildiğim nefretti. Nefret bana yeni bir dünya kurdu, beni tutsak etti, yemeyi, içmeyi, nefes almayı öğretti. Damarlarımdaki yoğun nefret duygusuyla öleceğimi sanmıştım. Ama sonra bir şey oldu. Bana olan şeyin aynısı sana da oldu.”

Hayata geri döndüğümde bakıyorum da evet zaman zaman nefret, dibe vurma vs. bize yeni dünyalar kurduruyor mu kesinlikle evet... Bazılarımız nefretimiz, kızgınlığımız, kendimizce dibe vurmuşluğumuzla kendimizi bir hücreye kapatıyoruz, yardım etmeye çalışanı da zihnimizin başka başka hücrelerine... 

Bu işkencenin içindeki özeni artık daha iyi anladığından şimdi "keşke çevremde yapım için yıkabilecek yürekte, zekada ve güçte biri olsa" diyosun, keşke...

Bir de sonrasında senin çok beğendiğin yağmur sahnesi vardı ki pek bir Hollwood kokuyordu, yani bence... Filmlerin bazı sahneleri vardır yaa hani ağlatmak, güldürmek ya da korkutmak için her türlü imkan mevcuttur ve senin bir tek görevin vardır; doğru atılan pası geri karşılamak! Amacı bariz belli... Etkilendiğini iyi biliyorum, napalım bu benim blogum ancak ilk damlanın düşüşünün çekim açısı iyiydi, hak veriyorum...

Gereksiz abartılmış sahneleri var mı evet var ama göz tırmaladığını söyleyemem hatta çizgi romandan uyarlanmış bir film için bence çok bile gerçekçi. Gerçi çizgi roman severler filme hiç ısınamamışlar okuduğum kadarıyla... Aman hep beğenmeyen birileri mevcuttur zaten.


"remember, remember, the fifth of november......."

Film hakkında söylenecek çok şey var diyorum yaa boşuna demiyorum, daha ayrıntılı bilgi için bknz: google, malum her şeyi benden beklersen "hazıra dağ dayanmaz" der, gülerim ;) Bu arada filmin müziklerini dinlemeyi sakın unutmayın... İnternet sitesini de şahsen orjinal bulduğumu söyleyebilirim hatta film müziklerini yine filmde olduğu gibi bir müzik kutusundan ufak ufak dinleyebiliyorsun.

Ps: Bel ağrımın zirve yaptığı, rüzgar ve yağmur sesinin anlamsızca keyif verdiği, yorgun bir gecede ilk LİNK'i şu an dinlediğim, diğer LİNK ise V'nin yanılmıyorsam iki sahnede çaldığı, bu ses nasıl bir şey diye dinlediğim şarkı. İki ses de büyülüdür, dikkat!!


2011-12-15

Dar alanda uzun paslaşmalar...


Yılın soğuk aylarına girdimiz günlerde planlarımız artık iç mekanlara doğru kaydı. İç mekanlardan kastım gece alemlerinin büyük bahçeleri kapandı hadi kapalı yerlerine çekilelim değil aslında... Gece hayatı keyiflidir ama en azından benim için tadımlık olarak bünyeye alınasıdır. 

Şimdilerde nedense gece hayatı deyince misss gibi kurulmuş bir masa etrafında oturmuş samimiyet geliyor aklıma. Güldüğünde gülebilecek, ağladığında sırtını sıvazlayan bir samimiyet... Tercihimi kafamın dibinde yemekten çatalımı kaldırdığım anda alınan tabaklardan yana kullanmıyorum mesela, aksine muhabbetin keyfinden koyuldukça koyulan bardaklara, hatta bitmeden yenisi istenen sohbet mezelerinden kullanıyorum. Uzun uzaya sohbetleri pek severim bilirsin böyle zamanlarda.... 

Ne yalan söyleyeyim sen belli bir limitten sonra çekilmeyenlerdensin. Seni dinlemiyorum demek istemem, sesin bir süre sonra duyum eşiğim altında kaldığından seni duyamıyor olabilirim diye açıklamak istiyorum. Sürekli gülümsüyor olmamın sebebinin limit aşımı değil dinlemediğimden idare amaçlı olduğunu anlaman pek iyi olmayacak bu yazıdan sonra ama olsun nasılsa o ara aklına gelmeyecektir :)

Yazmaya başlayınca hızımı alamayıp yine ara sokaklarda yolumu kaybettiğimden halen konuya girdiğimle kalmış durumdayım aslında....

Hımmm soğuk hava, iç mekanlar ve gece demiştik evet....

Sinema, mısır ve hatta özellikle de suare olursa deymeyin keyfime... Peki ya tiyatro, dinleti, ne bileyim orkestra konserleri vs... Ne kadar uzak kaldığımızın farkında mısın??

Geçen gün kibar bir davet üzerine bir Filarmoni Orkestrasını dinlemeye gittik. Ruhumun huzur bulduğu, isyan ettiği, koştuğu, soluklandığı ve hatta ağladığı o akşam müzik kulaklarımda değil damarlarımdaydı. 

Büyük bir salondaydık ve şöyle bir etrafıma baktığımda büyük şaşkınlık yaşadım. Etrafımızda oturan katılımcıların hepsi abartmıyorum 65 yaş üzeriydi. Şık giyinmiş, özenle dik oturan bir kitle. Anlam veremiyorum, sence sanatın yaş limiti mi var?? Şimdi durup düşünelim, en son tiyatroya gidiş tarihini hatırlıyor musun? Ruhunu daha ne kadar sığlaştırabilirsin, peki bunun bir limiti var mı??

Korkma bazı konularda zaman zaman biraz ateşli çıkışlarım vardır, bilirsin ;) Neyse, beni çok etkileyen şu adını vermediğim orkestradan bahsetmek istiyorum biraz.. Kökeninde tutkusunu bulmuş insanlar topluluğu olduğu kesin ama tabiki hınzırca gözlem yapıp eğlenecek zamanı da buldum uçuşum sırasında ;) 

Orkestra arasında kemanını birazdan atıp EErool yemek hazır diye sesleneceğini düşündüğüm teyzeler olduğu gibi hani şu filmlerde gördüğümüz bembeyaz tenli, kırmızı rujlu viyolonsel çalan seksi kadın, sokakta görseniz bu beyefendi sanatın bir dalından ama hangi dalından diyebileceğiniz karizmada ya da atom mühendisi kıvamında çaldığı aletten ses çıkarabildiğine bile şaşırdığınız insanlar... Küçücük bir kadının kendi büyüklüğünde bir kontrbasın tellerine narince dokunarak ses çıkarmasını, kocaman bir adamın hatta birazdan bunu kesin yutar diye adrenalin yaptığın minicik bir üflemeli aletten döktüğü cüssesi kadar büyük notaları hayranlıkla izledim ve dinledim. 

Bu psikolojik sorun mu, yetenek mi, yoksa gayet normal bir durum mu bilemem hatta ilgilenmiyroum da ama sadece dinleyemiyorum. Koklarım, izlerim, dinlerim, dokunurum...  Tüm bunları yapamayacağım bir ortamsa kendim dokular, kokular, sesler hatta şekiller hayal ederim... Hikayeler yazarım bir yandan ve yaşatırım onları... Garip bir gözlem belki ama müzik aleti çalan insanların çalma stillerine göre bence hayat içinde verdikleri tepkiler hatta yaşayış biçimleri paralel. Durağan, tepkisiz, sabırlı, tutkulu, sinirli... Kimbilir dünyayı oturduğum yerden keşfe çıkan ben yüz yıllık bir araştırmayı evreka tadında satıyorumdur şimdi sana:))) Ne demişler:

"gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur!"

Orada yüzünü görmeden izlediğim biri daha vardı, bir lider... O muhteşem dengenin orta noktası; orkestra şefi. Tüm orkestra tellerle ona bağlı gibi. Gözler onun tek bir hareketini bekler halde yola dökülmek için. Sinirlenen, gülümseyen, acı çeken özetle içindeki coşkuyla kalabalıkları yöneten bu arkası dönük adamı sevdim. Ne yalan söyleyeyim yüzünden de bir hayır görmedim :)

Yazının başından sonuna yeniden okuduğumda nereden nereye geldiğim konusunda kendimi takdir ettim.:) Bu kadar yol insanı yorar diyorum ve  bu ara erken bastıran sevgili uykunun kollarına kendimi zevkle bırakıyorum.

Ps: Sanatın ve sanatçının pek bir dostuyum hatta yakın zamanda elimde keman kutumla topuklarımı tıkırdatarak hala yol alır halde görebilirsin beni ;) Bugün LİNK'de yazıya başladığımda beni güzel bir masaya götüren şarkı var, eminim özellikle sana tanıdık gelecek...........


2011-12-09

Bugün dünya hödö hödö günü!

 Bir süredir maillerimde ve sosyal iletişim ağlarında pek sevdiğim arkadaşlarımdan "bugün dünya arkadaşlık günü", "bugün dünya kız arkadaş günü", "bugün dünya dostluk günü"diye kalpli, kalpli mesajlar alıyorum. Sizi seviyorum ama itiraf etmek gerekirse okumadan siliyorum...

Biliyorsun bu ne idüğü belirsiz günün hangi gün olduğunu öğreneceğim dedim ve koyuldum araştırmaya.. İlk önüme çıkan yazılardan biri tabii ki ekşi'den alınmış bir yorumdu ki sana okuduğumda birbirimize kilitlenip kaldık. Aynen kopyalıyorum..

"dünya arkadaşlık günü"

bugünmüş. 18 kasım. gugılladığımda başka günler için de aynı söylentinin dolaştığını gördüm. neymiş facebook sayfanda 5'ten fazla kutlama görürsen sevilen biriymişsin. bi arkadaşımın duvarı dolup taşmıştı, ordan gördüm :(

 Nedense bu duygusal yorumun bir bayana ait olduğunu düşünüyorum. Ablam bildiğim üzülmüş ve kıskanmış sözde dünya arkadaşlık gününde facebook duvarı aynı mesajla dolup taşan arkadaşını... 

Sence de biraz tezatlık barındırmıyor mu? ;)

Bilirsin inatçıyımdır şu dünya arkadaşlık gününü araştırmaya devam ettim. Bu aralar kanıt, CSI NY, monk, Criminal Minds, Endgame gibi dizilere fena halde sardığımdan hatta sık sık dediğim gibi biraz küfür etme işini kıvırabilirsem Behzat Ç.'ye bayan rakip olacak kadar cinayet ve seri katil bilgisine sahip ve de hakimim :) Neyse sırf bunu ne denli bir ciddiyetle araştırdığımı gördüğünde dalga geçtiğin için yinelemek istedim, hem eleştirmeyi de bırak, kuru kuru eleştiri yapanlar gözümde seğirmeye sebep oluyor ki şu aralar ilgi duyduğum alana bakarsak tehlikeli de olabilirim :p

Neyse, her yazılan ya da post edilen gün farklı olan bu arkadaşlık ya da her neyse günü aslında kendi içinde biraz düşünüldüğünde sorunu çözüyor. Hayal kırıklığına uğratmak istemem ama bence böyle bir gün yok. Hem birini sevdiğini söylemek için (o kalıplaşmış mesajlar) başkalarının cümlelerini kullanmak niye ki?? Tabi bu çok anlamlı bir şiir ya da vs değilse... 

Zaten derme çatma kalmış, bencilleşmiş sevgilerimizi silikleştiriyoruz. Bilirsin sevgi sözcüklerinin kişiye özel olduğunu düşünmüşümdür hep.. Aşk, arkadaşlık, aile vs. ne ilişkisi içinde olduğun fark etmez, sevgi sözcükleri kişiye özeldir. Karşındakine ithaf ettiğin şarkı ona özel olmalıdır ve gerçekten dinlediğinde o gibi kokmalıdır, sana tamamen şahsınla ilgili bir ayrıntı ile iltifat etmeliyim ki kim bilir belki çenende bulunan ben, boynunun bedeninle birleşirken asil duran kemiklerin, belki hiç başkasının fark etmediğin düzgünlükte olan kaşların, zarif bileklerin belki.... 
Arkadaşının gülümsemesi mesela... Biri güldüğünde gözlerinin o çizgi çizgi dünyayı görmez halde kapanıp hayattan kopuşu ya da bir diğerinin kocaman gözleri açıkken yanağında beliren ve dikkatleri bir anda çeken tatlı mı tatlı     çukur mu? aslında onu bir diğerinden ayıran... Herkes güler ama biliyorsun asla aynı değildir...


Hep senin de dediğin gibi çevremde çok insan var ama hepsinin ayrıntılarını tek tek sayabilirim... İnsan ilişkilerinin anahtarlarından biri de budur. Kendi adıma konuşmak gerekirse bana başkalarının zaten söylediği genel geçer şeyler söyleyen insanlar aklımda kalıcı değildir. Doğru farklılığı tutturanınsa kokusu yıllarca burnumda kalır. Geçen gün şu gözleri çizgi tatlı insanın çene yapım ve benim ile ilgili söyledikleri mesela.. Bana özel leziz bir ayrıntıydı, başka bir bakış...

Bu sadece görüntü olmayabilir.. Karakter farklılığı, kendine has davranışsal farklılık herhangi bir şey olabilir.. Kadehi kavrayışı, saçını kulağının arkasına atışı, kalemi tutuşu... 

Şeytan ayrıntıda gizlidir!! Zikredilen kişiye özel farklılıklar bünyeye kolay karışan bir zehirdir, ve işin garibi genel geçer değildir.. Kalıcıdır unutulmaz..

Bugün uzun yıllar işte bizimle çalışmış iki emektarımızı bir süre aradan sonra aradım. İnsanları mutsuz etmenin ne kadar kolay mutlu etmeninse gerçekten ne kadar basit olduğunu hatırlamış oldum. Bunlar basit ve sıkıcı cümleler oldu bizim için her zaman. Sevmedik bu konuşmaları dinlemeyi çünkü biz bunları dünyaya anlatmaya çalışan tarafta olmadık biz uygulayanlardandık... Ta ki hayatın gidişatı bazı doğrulara acaba mı dedirtene kadar... 5'er dakikalık 2 telefon konuşması beni uzunca düşünmeye sevk etti.....


Bugün dünya hödö hödö günü değil, olsa da ne yalan söylemeyeyim benim umurumda bile değil, sana kalpli, çiçekli böcekli bir mesaj göndermeyeceğim.. Bugün sadece sevginle birini şaşırtmanı isteyeceğim... Uzun zamandır aramadığın evini altüst ettiğin çocukluğunun apartman teyzesini, yaa bir bilmem ne öğretmen vardı bugünü aslında biraz da ona borçluğum dediğin birini ara. Ne bileyim telefon defterini aç, bir çoklarından çok sevdiğin, hiç boşalmayan vaktin yüzünden göremediğin birini ara... Sevgiline çiçek gönder derdim ama yok benden bu tavsiye çıkmaz :) Hımm onun yerine sevgiline özel bir şeyler hazırla.. ne bileyim elinden artık ne geliyorsa ve adresine postala... Al eline güzel bir şarap bu ara hayattan şikayetçi arkadaşına bir uğra, uzun zamandır uzaktan ilgili kişinin yanağından bir makas al yok abartma en iyisi biraz tebessüm kafi, eski sevgiline ona özel bir şarkı dinlet, ailenden sevdiğin biriyle sinemaya git bugün mesela, yeğenini parka götür yaa ne bileyim işte iyice sevgi pıtırcığına sarıyor bu iş:)) 

Şu dünya arkadaşlık gününe inat bugün kendinden başka birini mutlu etme günü olsun. (içerik itibari ile sadece  aşkı içermemektedir, evet dizi adları geçirdiğim içinde yine sanal reklam uygulaması vardır:)) 

Bugün kendi mutsuzluğunu bir yana bırakıp, başka birini mutlu ederken mutlu olabilmenin tadını çıkar!!   

Ps: Seni üzmek istemem illaki ben dünya arkadaşlık günü kutlamak istiyorum diyorsan şöyle yapalım yarın da pek sevdiği ve izlemekten hiç sıkılmayacağım dizi friends günü olsun, bana gel bir kaç bölüm yuvarlayalım... Şu an dinlediğim ve dinlemekten sıkılmadığım şarkı LİNK'de....