Sayfalar

2013-03-22

Kendime Hediyem "Breakfast at Tiffany's"..




Doğum günümün ilk saatlerinde kendime ilk hediyemi verdim; "breakfast at tiffany's" filmini izledim. Tercihimin bu film olmasının çok sebebi var ve bilirsin film seçimi konusunda hassasımdır... Festivallere gittim, kimsenin adını sanını duymadığı filmlere ağladım, güldüm, korktum!... Şu an bahsettiğim film ise izlemeyenin az olduğu bir film. 

 Kendime "breakfast at tiffany's" armağan etmemin sebeplerine gelince;

* Film 60's ların başında çekilmiş ki benim her şeyi ile hayranı olduğum yıllar; saçlar, başa zarifçe bağlanan eşarplar, çeşit çeşit büyüklü küçüklü şapkalar, doğal makyajlar, kadını kadın gibi gösteren elbiseler, büyük takılar....

* Film Newyork'da çekilmiş, eski binalar ve sokaklar büyüleyici... 


 * Ahhhh benim stil sahibi parlak gözlü Audrey Hepburn'nüm... Çocukluğumdan beri hep en sevdiğimdi; duruşu, mimikleri, samimiyeti, çocuksuluğu ve masum çekiciliği... Şimdilerde Audrey Tautou sevmemin sebebi. Hep düşünmüşümdür acaba adını sonradan mı değiştirmiş diye, o kadar benzer mimikleri var ki ama gerçeği kadar asil duruşu yok, üzgünüm yalan yok!... Audrey Tautou'nun "Priceless" filmi ile de bir iki ortak nokta yakalamadım değil, söylemezsem içimde kalırdı, ohhh ;)

Audrey Hepburn ve Marilyn Monroe bir dönemin hatta hala yeri doldurulamamış iconları ki ikisini de çok beğenirim ancak ikisi arasından büyük bir fark vardır; Marilyn seksiliği ile Audrey masumluğu ile ön plandadır... 

 
 
* Film insanı başka yerlere götürdüğünden çok insanın kaçırdığı ve ender rastlanan bir durum var, dikkatli okuyun; "Breakfast at Tiffany's".... Sinema tarihinde ismi aslında reklam olan kaç tane film vardır. 




Filmin ilk sahnesi; Hepburn taksiden iner elindeki kahve ve çörekle bir pırlanta mağazasının önünde kahvaltısını yaparken vitrine bakar... Stil sahibi zarif bir kadın, kendini kötü hissettiğinde gidip sadece baktığı bir mağaza.... Vitrininde kahvaltı yaptığı pırlanta firmasının ismi ise "tiffany & co."


 İlerleyen sahnelerde orayı sevme sebebi çokca pekiştiriliyor. Filmi onlarca kez izlemiş olmama rağmen bir önceki izlemem de ilgimi çekmiş olması da sanırım benim şapşallığım... 60's da adamlar dünyanın en ünlü iconu üzerine film yazmışlar, düşündüğünde sanki uzun metrajlı dünyanın en güzel reklam filmi gibi.... Filme bir kez daha hayran kalmıştım, o yıllar için bence çok zekice.. Doğru kitleye, doğru yolla... Merak ediyorum 
"tiffany & co." bu zekice yatırım ile satışlarını kaça katladı?..

* Filmin müzikleri Henry Mancini'ye ait ki kendisi tüm zamanların en iyi film müziklerini yapan, önünde eğilesi bir müzisyendir. Bu filmde boğazımı her daim düğümlemiş, en sevdiğim ilk on şarkı arasında sayacağım "moon river" var. Saydığım ve sayacağım tüm nedenlerin en geçerlisi bile olabilir. Al götür beni!...


* İlerleyen günlerde yazacağım yazımda anlatacağım benim gibi ara ara kalbi kendinden hızlı atanların rahatlamak ve her şeyi unutmak için açıp izleyebileceği sakinleştirici etkisi olan bir film... Beni sakinleştiren her şeyi seviyorum, eminim sende de aynı etkiyi gösterecektir. Hani gece uyuyamazsın yaa battaniyeni alıp geçersin televizyon karşısındaki koltuğuna uzanırsın; bunu izlemelisin çünkü huzurla uyumanı istiyorum...

* Beni güldürüyor, filmin tamamı yüzde tebessüm bırakıyor, sersem gibi ağzında şeker var gibisin.. Dudaklarının iki yan çizgisi sürekli yanlara gidip geliyor ki bazı zamanlar gülücüğe bile dönüyor..

* Filmdeki adam iyi - kötü yazar ve kadın ile ilgili bir hikaye yazıyor.. Komik belki ama hep birinin benim için bir şey yazmasını istemişimdir. Hey hikaye kafada yaratılmış olabilir ama ilhamı ben olmalıyım! Hatta dostlarımdan biri bunu her söylediğimde "deli" der ve başını usulca yana çevirip gülümser...

* Son sırada abartısız, sade, masum beni fazlasıyla etkileyen bir aşk hikayesi var. Romantizme pek bayılmadığımı bilirsin ama işte benim sevdiğim romantizm dediğim türden..


Şımarıkça bir romantizm, birlikte geçirdikleri gün mesela... İşte benim romantiklerim!.. Birlikte kütüphaneye gitmeleri vs. hiç yapmadıkları ayrıntıları yapmaları tüm gün boyunca...

ve son sahne...

Herkesin hayalinde bir kavuşma sahnesi vardır; işte benimki bu filmdekidir hep mesela; yağmur altında, sırılsıklam olmuşluğu umursamazken!..

İnsanlar kendisini unutturan insanlara aşık olunabileceğini düşünürler halbuki asıl aşık olunası insanlar size kendinizi hatırlatan insanlardır; bu filmde de olduğu gibi.. Tabii bu dediğim anlayana... 




 Ve off dediğim replikler adamın ağzından dökülür...

Senin sorunun ne biliyor musun, bayan her kimsen?
Sen korkaksın! Cesaretin yok...
Hayatı olduğu gibi kabul etmekten bile korkuyorsun.
İnsanlar aşık olur. İnsanlar birbirine ait olur çünkü...
...gerçekten mutlu olabilmenin tek yolu budur.
Kendine özgür ruhlu, vahşi şey diyorsun ve birisi seni kafese kapatacak diye korkuyorsun.
Bebeğim sen zaten kafestesin, kendi kendini kafese kapatmışsın ve o kafes Tulip'in batısı, Teksas ve Somali'nin doğusuyla da sınırlı değil... Nereye gidersen git seninle.
Çünkü nereye kaçarsan kaç, yanında götürüyorsun...

PS: Filmin tüm müziklerini LİNK'ten dinleyebilirsin... Hala izlemediysen kendime tekrar tekrar hediye edecek kadar sevdiğim bu filmi al ve izle küçük bey.. Bu arada benim gibi "yaş" mefhumunu komik bulan biri için bu özel gün sonu eğlenceye açılan bir anahtar ki bazı insanlar tarafından hatırlanması çok ama çok hoşuma gidiyor!... Bir an düşündüm de yoksa gerçekten Tiffany'de kahvaltı mı etsem *-*

0 yorum:

Yorum Gönder