Sayfalar

2010-12-07

Bu Kadar Mükemmellik Hepimize Fazla!!...




Kusurların... Onlarla yaşamayı öğrenmen gerekiyor çünkü kabul etmelisin ki bazıları değiştirilemez.
Kepçe kulakların, biçimsiz burnun, küçük ağzın, anlamsız bir kafa yapın olabilir. İstemediğin benin, fareye benzettiğin bir doğum leken :), çarpık bacakların, kurtulmak istediğin kiloların, almak istediğin kiloların, çillerin vss vss olabilir.

Bunların bir kısmını değiştirebilir misin??
- Evet.

Tıp oldukça ilerledi hatta arzu edersen gidip Megan Fox gözleri, Angelina Jolie dudakları, Tyra Banks göğüsleri yaptırabilirsin. Araya biraz Scarlett Johansson, Natalie Portman, Salma Hayek, Kelly Brook işte kimin neyini beğeniyorsan ortaya karışık bir bomba çıkarabilirsin:)

Her ırkın vücut şekli, yüz yapısı farklılık gösteriyor, zaten bunlar hepimizin dikkatini çeken farklılıklar. Koyu tenli insanların genelde hatları dolgunken (bayanların özellikle arkadan bakıldığında:), soğuk iklim insanının süt beyazı teni ve zayıf yapısı var. Türklere gelince kabul edelim ki hatlarımız yuvarlak:) (kiloluyuz demiyorum çünkü yuvarlak daha sevimli:)



Japon çizgi filmleri çocukluğumdan beri bu anlamda hep dikkatimi çekmiştir. Bıcır bıcır minicik gözleri vardır pek bir sevimli ama onlar çizgilerde yüzün yarısını kaplayacak büyüklükte parıl parıl parlayan gözler çizerler. Herhalde olmak istediklerini hayal ederler. Dünya genelinde ciddi bir nüfusa sahip bu çekik gözlü ırkın diğerlerini normal kendini farklı görmesi ne garip.... Şimdilerde göz büyültme ameliyatı olanlar varmış. Lütfen söyle onlara yapmasınlar! Şahsen böyle görmek istiyorum onları, gülünce çizgi çizgi, mutluluğun altını çizercesine...

Bakış açımızı biraz değiştirsek ve birde şu açıdan baksak; kusurlarımız da aslında bizi bir diğerinden ayıran farklılıklarımız değil mi?? Bir diğerine benzeme ihtiyacımız neden kaynaklanıyor diye sormak isterdim ancak anlamsız... Diğerine benzemeliyiz çünkü bize ideal olarak gösterilen belli bünyeler var. Baklavalı üçgen erkekler, düğme burunlu dolgun dudaklı geniş kalçalı kadınlar. Asırların tartışması karşınızda taaataaammmmm:)
İdeal olan güzel midir? Peki benden beklenmedik bir çıkış yapıyorum o halde...

- Evettt!!!


Ama diğerlerinin dayattığı değil, benim idealim güzel ya da yakışıklıdır. Yakın zamanda Kainat Güzellik Yarışmasında Jüri üyesi olmayacağıma göre senin için bu yorumum sorun olmaz diye düşünüyorum :)...


Boğazı için gittiği doktordan nefes işlevini yitirmiş bir burna sahip olduğunu öğrenerek çıkan ben hala doktorun;
 - yarın gel ameliyat ol hem biraz da burnuna rötuş yaparız söylemiyle acaba mı diyorum? Derin bir ikilem bence... Yaa beni ben yapan kusurumla, farklılığımla yola devam ya da biraz yontulup herkesce daha güzel... Kendimle devam etmeyi seçebilirim ya da bu kadar olayı dramatize etmeme kararı alır "zaten hamuru bende yahuuu, ekleme yaptırmıyorum nasılsa ufak bir düzeltme cnm derim:)


Benim kararım bende kalsın, ilerleyen zamanda yeni bir icat çıkarırım kendime ama şöyle bir gerçek var ki yakın gelecekte insanlar şu an bize kusur gelen ayrıntılara kavuşabilmek için ameliyat olacaklar. Biliyorum bir zaman gelecek kemerli burunlar, kepçe kulaklar, ince dudaklar vs. çekiciliğinden dolayı moda olacak.... Farklı olan çekici olacak, eşsiz, bulunmaz.... Kim bilir belki estetikçiler artık "gerçekten farklılık" için bedenleri değiştirmeye başlayacak.


Biraz etrafına bak ünlü markaların mankenlerine, kataloglarına, hatta vitrin mankenlerine de... Uzun yıllardır bize örnek gösterilen şablonlardan çok uzaklar değil mi?? Gözlem yapmaya devam et bak bakalım daha neler göreceksin!!!


Ufak ufak; Büyük beden mankenleri podyumlarda  görmeye, saçlarını gri renge boyayan pop yıldızlarına, dip boyasını hiiiç aksatmayan bazı ünlülerin tamamen boyayı bırakıp gri saçlarıları ile mutlu olmasına (bknz; Lady Gaga, Helen Mirren, MerylStreep),
Eskiden kaşı alınmamış bir bayan bakımsız olarak nitelendirilirken şu an Amerika'da kaş nakilleri yapılmaya başlamasına (Gucci, Valentino, Chloe gibi markaların manken tercihleri gittikçe buna kayıyormuş),
Ayrık dişlerin sexy bulunmasına ve moda olmasına (bknz; Georgia Jagger ayrık dişleriyle “yılın modeli” seçildi ve İngiliz Vogue’una kapak oldu) şahit oluyoruz.

Dove sıradan kadını reklam kampanyasında kullanıyor slogan şu "gerçek kadınlar"...
Glamour dergisi altı tane tombul bayanın bir arada çıplak fotoraf çektirmesine,
Prada, Louis Vuitton, Tom Ford, Giles Deacon gibi markaların podyumlarında kilolu, kalın kaşlı, gri saçlı çekici mankenleri görmeye,"
alışın...


İkisine de açığım ameliyatsız ya da ameliyatlı güzellik ve ya yakışıklıktan önce çekici baharat kokusu olan insan benim için dönüp bir kez daha bakılmayı hak eder.
Özgün olmalı insan, tarzı olmalı...
Kusurlarımız aslında tamamen bizi özgün kılan özellik ve güzelliklerimiz... Rahatsız olduğunu düzle ama lütfen herşeyinle başkasına benzeme...

Çek model "Linda Vojtova" evet harika bir fiziğe sahip ve evet bir kusuru da var normale göre büyük ve kemerli bir burnu var. Ajansların bu kusurundan dolayı daha çok dikkatini çektiğini okudum. Ona farklı bir güzellik kattığı kanısındalar.


PS: Bakalım ilerleyen zaman bana neyi gösterecek... Bilirsin kendime has bir tarzım vardır, öyle dersin sen de eğer bir değişiklik kararı alırsam çok farkına varmayacaksın, söz:) Şarkımız LİNK'de ;)

2010-11-15

"Hong Kong'lu Kontes" Birini Ben Kurtardım:)



Bu aralar kendimi eski filmleri oradan buradan toplamaya ve izleyemeye vermiş durumdayım. Ufak bir sorun var ki bu nadide koleksiyon parçalarını bir araya getirmek biraz güç oluyor ama daha yeni başlıyorum;)


Zaman zaman büyük kitap, elektronik vs. marketlerinde hani büyük sepetler olur yaa (gerçi kime söylüyorum çok zaman içine düşmüşüzdür ya da düşeceğiz:) içlerini promosyon ürünleri ile doldururlar... İşte o sepetlerde bulabiliyorum benim için altın değerinde olan bu filmleri. Komik gelir sana hep biliyorum ama ben hala o filmler için üzülürüm. Hayatının en popüler zamanında tüm dergi ve gazetelerde yediği içtiği takip edilen, el üstünde tutulup pohpohlanan artistler gibi onlarda zaman geçtikçe sanki değerleri düşmüş gibi usulca raftan indirilip fiyatı yarıya indirilmiş sepetin içinde ordan oraya alınmayı beklerler. En sevdiğim filmlerden birini orada gördüğümde önce bu filmin burada ne işi var diye homurdanmaya başlar, tüm sepettekileri toplayıp almak isterim:)


O sepetlerden birinde görünce "ben bunu izlememişim" dediğim bir filmi bugün izledim. Filmi TV de vermişlerdir diye düşünüyorum ama belli ki ben yetişememişim. Filmin oyuncuları, yönetmeni, senaristi ve çekim yılı itibari ile zaten beni al diye bağırıyordu. Eski Türk filmi tabiri ile saza düşmüş eski bir artisti kurtarmış ve layık olduğu yere koymuştum, arşivime:)


  
Hong Kong'lu Kontes ~ A Countess From Hong Kong

Yapım:
1967 ~ ABDİngiltere
Tür:
KomediRomantik
Yönetmen:
Charles Chaplin
Oyuncular:
Marlon BrandoCharles ChaplinSophia LorenTippi HedrenPatrick CargillMichael MedwinOliver JohnstonSydney Chaplin
Senaryo:
Charles Chaplin
Charles ChaplinJerome Epstein
Görüntü Yönetmeni:
Arthur Ibbetson
Müzik:
Charles Chaplin
Süre:
2 saat


Heralde filmin künyesinden neden bu kadar çok beni çektiğini sen de daha iyi anlayabildin.
Filmde belli yaşlarını çok çok iyi bildiğimiz karakterler o kadar genç ki, Sophia Loren çizilmiş dudakları, çekici gözleri  ve anlamlı bakışları ile büyülüyor. Marlon Brando konusuna gelince gençliği çok etkileyici. Google dan bir bakmanı tavsiye ederim. Ha dersen ki o hep etkileyici, haklısın derim:) Belki garip bir yorum ama özellikle gençliğinde çok asil bir erkek görüntüsü içinde böyle asi değilde, sokak çocuğu gibi bir ruhu da barındırdığını da hissettiriyor en azından bana bunu hissettiriyor:)
Charles Chaplin'in sinemaya veda ettiği film olmasından dolayı da sinema tarihi açısından önemlidir.  




Hemen hemen bütün film 2 odanın içince geçse bile film hareketli bir senaryo ve başarılı bir kadroya sahip ki inan hiç bir şeyin eksikliğini hissetmiyorsun:) Senaryo gayet basit. Bir kadını Hong Kong'dan Amerika' ya kaçıracağız deyip sonra diğer olaylar ve karakterleri içine işlemiş gibi. Bir çok filmde böyle olabilir ancak bu filmde o kadar güzel ve yalın çizgilerle ayrılabiliyor ki..


Film akıcılığı, sadeliği ve direkt anlatımı, zorlamadan geçirttiği güzel vakit ve yineliyorum harika kadrosu ile benden geçer not aldı:) Hani bu önemli mi evet önemli çünkü arşivimde yüksek rafta ön sıralarda yer almayı hak ederken belki birihtimal senin filmi gördüğünde merak edip almana sebep olacak;)


PS: Gittiğin zaman lütfen benim için sepete bir bak. Bu yazımızda LİNK  filmle de ilgili bir karakterin canlandırdığı bir karakterden tanıdık gelecek. Hah bu arada Charles Chaplin'in annesinin babasının sirkte çalıştığını hatta onun da bu sirkte doğruğunu biliyor muydunuz??


2010-11-05

Ölmeden Önce...


Son bir kaç senenin yeni karın ağrılarından biri işte karşınızda "ölmeden önce yapılması gereken, okunması gereken, gezilmesi gereken vsssss.... Kitapçılara girip keyifle karıştırırız yoo yooo hatta alırız güzelce yaptıkca tikleriz.
Heey nasıl bir kabullenmedir bu! Tamam kabul ediyoruz "her canlı ölümü tadacaktır" daaa hani artık öyle yaşamımıza girdi ki bu tabirler robotlaşıp ölüme kurulmuş gibi hani o zamana kadar ne yaptın yaptın mantığına da pek bir alıştık:) Gördüğümüzde içimizi ürperten bu cümle şimdi her yerde "ölmeden önce tırıvırı..."

Aslında bu başka bir açıdan baktığında da harika bir pazarlama stratejisi, ortak nokta, madem herkes ölür ve bu her insanı biraz da olsa ürkütür yaa iştee doğru yerdesin!! Ah beaa nasılsa sonu belli bari ölmeden bakalım ne yapabiliriz :)

Bu konuya nerden geldim facebookta bir gruba az önce üye oldum. Bilinçli facebook kullanıcısı olan ben hemmen gruba girip incelemeye başladım, ahaa harika! Film replikleri, filmlerin en çarpıcı tekrar tekrar izlenilesi sahneleri. Grubun adı  "Ölmeden Önce İzlenmesi Gereken Filmler". Belli bir kalitesi de var, zaten bu başlık altında yapılan işler de genelde başarılıdır ona lafım yok hatta bu da gayet başarılı...


Bu duygusal açılımımdan sonra olaya giriyorum, ben bu filmlerin çoğunu izlemişim, şimdi izlemediğim bir kaç filme daha çentik atıp geri kalan zaman için vakit mi doldurayım?
Yoksa yeni bir kitap edinip şu içinde Ay da poponu güneşe verip uzayı izlemek, Çölde 5 gün aç susuz yürüyüp serap görebilmek falan gibi bir yapılacaklar listesi mi hazırlamalıyım?
Bir sorunum daha var hadi bu olayı filmde tutturduk...


Ölmeden önce yapılacak 101 şey 100 e geldin ya "bunların hiç biri benim istediklerim değil ki" deme ihtimalini ne yapacağız?...



Düşünsene sen artık iflah olmaz bir dağcı, gastronom, astronot, gezgin, fotoğrafçı vss vss oldun, bu arada tüm bunları bir ailen ve işin ile birlikte yürütmen de çok zor... Gerçek şu ki o yazdıkların benim ölmeden önce yapmak istediklerim olmayabilir ve sen beni umurumda bile olmayan bir maceranın pardon bir de değil 101 maceranın içine atıyor olabilirsin:)


Şimdi bence şunu yapalım madem ölümü bu kadar kabullendik tamam ama biz hayat boyu yapmak isteğimiz en uçuk şeyleri yazalım ve bunlar bizim 101 imiz olsun. İstersen benimle de paylaşabilir hatta harika olur, 101 e tamamlanması gerekmiyor... Hem güzel olur kendi 101 imi halen tamamlayamadım öyle iç açıcı bir şeyler bulabilirsen kopya çekebilirim:) Bu arada yapabilitesi olan bir şey olacak diye kendini zorlama bak adam "Everest' de uçurtma uçurma riskini göze alabiliyor. Sen de uçur uyumaaaa:)) Hayallerini ve tutkularını da hafife alma, unutma onlar olmazsa ölmeden önce saçmalama lüksünü kendinden esirgemiş olursun!!...
"Sonsuza dek yaşayacakmışcasına hayal et, yarın ölecekmişcesine yaşa.." Bakalım ne olacak...


PS: Sevgili d.k.a vizyona henüz girmeyen filmi herkesten önce bana özel olarak izlettirdiğin için teşekkürü borç bilirim. Özeldi, özelsin... Evet şarkımız nedir diye soruyosun o halde güzel ve özel bir ses LİNK'te... 

2010-10-22

Siz, İki Kişiyiz Diye Düşünün!


Uykusuzluğun tavan yaptığı saatlerden birinde yine gözlerimi kapatıp seçtiğim bir filmi elime aldım. Hımmm "Sex and the City", evet biliyorum yüzeysel bulursun bu filmi ama olsun. Her zaman her şeyin çok derin olması gerekmiyor. Bazen hayatta kalmak için, siyahları pembeye boyayabilmek için, tamamen buradan kopman lazım. Beynini uyuşturmak ve az bir süre bile olsa başka birilerinin aslında olmayan hayatına inanmak ve orada yer bulmaktan daha güzel ne olabilir ki hem de böyle korkunç bir havada, korkunç hissederken. Sabun köpüğü Hollywood filmleri.. Ahhh sanırım günah çıkarıyorum. İzledim yine izlerim, ne var:)

İzledim deyince aklıma geldi filmin sona yakın bir repliğinde "savaştan önce ışıklar çok farklı görünürken savaştan sonra çok farklı"!! Evet benim için de öyle olmuştu filmi savaştan önce sinemada izlemiştim. Hıım sonlara doğru "herhalde gün içinde biter" dedim...Bitti... Şimdi savaştan bir hayli sonra ve ben DNR'dan özenle koleksiyon kutusu ile aldığım filmin 1. sinini 2. kez izlerken çok farklı bir tat almıştım.

Kostümler nefes kesici...
Yaşanmışlıklar aslında bir şeyleri farklı hissetmeyi sağlıyor. İzlerken bazı yerlerinde gözlerim bile doldu... Tamam belki çok dahice bir örnek olmayabilir ama bu şey gibi 5 yıl önce okuduğun bir kitaptan bugün çok farklı mesajlar alman gibi. Zaman zaman eski okuduğum kitaplara bakıyorum, garip bir okuyucuyumdur, o an önemli gelen yerlerin yanlarına not alırım ve altını çizerim. 5 Yıl sonra elime aldığımda farklı bir kalem kullanmam gerekir çünkü çizdiğim yerler aynı yerler değildir. Zaman geçtikçe hissettiklerimizin ya da düşündüklerimizin değişime uğraşayabildiği gibi... İnsan aynı kalıyor ama yaşanılanlar sonucunda ettiğimiz büyük lafları dilim dilim dilimleyip kimimiz büyük, kimimiz küçük parçalar halinde yiyebiliyoruz.

"Manolo Blahnik " 
Parantezi kapatarak yine başa dönüyorum... Dediğim gibi biter mi diye düşündüğüm filmde yıllar sonra çok farklı yerlere takıldım... Ama iki sefer izlediğimde de beni hayran bırakan tasarımların en başında ruhumu okşayan bir tasarımcı değil bence sanatçının sanat eserleri vardı..."Manolo Blahnik" üzerine çok şey yazılabilecek(aslında sanat eserleri de tıkır tıkır konuşabilir de:) bir konu daha ama biliyorum senin pek ilgini çekmez.. Heyy kızlar siz araştırın çünkü o, yeni bir sayfa açmanıza değer;)


Aslında bu yazıda esas bahsetmek istediğim şey film değil. İzlerken yakaladığım yeni bir şey!
Yakaladığım aşk ve dostluk ilişkisi gibi bir şey, yazı ilerledikçe aslında yanlış anladığını anlayacağın şey:). Kadın bir kaç dosta sahiptir, erkekle mutluyken dost gözlerin parlamasını en önce fark eder ve "evet evet mutlusun, ben de mutluyum" der. İlişkide tartışmalar olduğunda destek olup sen saçma sapan konuşurken, zaman zaman "kuruntu yapıyorsun diyen ya da haklısın bebeğim deyip sinirleri yatıştırandır. Erkekler pek bilmez ama aslında ilişki iki kişilik değildir. Her şeyden haberdar olan birileri daha mutlaka vardır:) Mutlu yaşanılan anlar, tartışmalar, eğlenceli zamanlar vss vsss.. ilişki ile ilgili çok fazla ayrıntı bilen dost, ilişki sonunda kızgın kediye döner... Dostu kendinden geçmiş, dünyanın durduğunu zannederken onlar hoş bir pembe şaraba artık zehiri akıtıp savaş baltalarını çıkarmışlardır. Çünkü karşıda yıkılan kule dostlarıdır.

Filmde de aslında hayatın içinden bir şey var bu anlamda, dostun eski sevgiliyi ilk gördüğünde "doğduğun güne lanet olsun" demek için pratik yapması ve başarıya ulaşması gibi... Hıım en çok Issız Adamdaki ıssız beyefendi ile yıllar sonra karşılaşıldığında adamın başını eğip biraz mahcup selam vermesi ve dostun fena bir bakış atıpp ama ben unutmadım diyen baş hareketi gibi... tııssss... Sen unutursun ancak dost yaşanılan acıyı ilk gün olduğu kadar sıcak tutabilmek için için elektrikli ocağını senin için açık bırakır:) Şöyle yapalım herkes herkesi affetsin, geriye mahcup bakışlar ve hınzır gülüşler kalsın... Keyfini çıkar! 

PS: Sanırım bu yazdıklarım biraz kadın dilinde oldu.. Bu kadar kadınsal şeyi bünyeye aldıktan sonra normal olarak karşılaman lazım:) Hımmm ne DİNLİYORUZ!!
Filmin 2. sini henüz izleyemedim, hediye etmek isteyenler çekinmesinler:p

2010-10-14

"Ölüm Dansı"



Bugün odamın dört bir yanında, bir yerlere dürttüğüm not defterlerimi gözden geçiriyordum. Genelde aklıma takılan, ilgimi çeken ya da hoşuma giden ayrıntıları not alırım.

Not defterlerini toparlayıp 3 ayda bir :) hala anlamını yitirmemiş olanları araştırmaya başlarım; içlerinde yeni oyun isimlerinden, kitaplara, yeni çıkan bir markadan gidilesi bir ülkeye, gözüm bir yerden ısırıyor dediğim birine, bir programın klavye kısa yoluna, 3 ay önce o gün için önemli olan bir ayrıntıya, kurabiye tarifinden, hayatını merak ettiğim bir tasarımcıdan, tamirci numarasına kadar iştee ne ararsanız hatta aramasanız da vardır..

Enteresan bir ayrıntı tebessüm ettirdi; Steve Rivkin Farklılaş ya da Öl (Differentiate or Die) notumun altında, "Kelebeklerin Ölüm Dansı" yazıyordu...

" Kelebeklerin Ölüm Dansı "
Geçen sene haberleri izlerken bu olay çok ilgimi çekmişti, belki hatırlarsın.
Sakarya'da her yıl, eski Sakarya köprüsü civarında söğüt kelebekleri, bir kaç gün süren, görenleri hayran bırakan bir dansa başlarlarmış ama asıl dikkat çeken kısmı bu değil, bu son uçuşun sonunda hepsi ölürmüş ve bembeyaz kelebeklerden kar gibi bir görüntü oluşurmuş.... Nasıl etkilendiğimi anlatamam; günlerce tripodla bekleyip harika fotoğraflar çekmeli, bunlardan etkili videolar hazırlayıp hani altına hafif müzik koymalı, üzerine de tatlı tatlı efektlerle geçen, konuya özel yazılmış şiirler geçirmelii:)) İşin şakası...

O son uçuşa dans denilmesi, sahne ışıklarının sokak lambaları olması ve harika figürlerin ardından zevkten  gelen ölüm... Tabi ben üzerine yeni yeni anlamlar yüklerken internette araştırayım bakalım ne muazzam şeylere bağlamışlar bu olayı dedim, çok uzatmayacağım bir internet sitesinde yayınlanan yorumları  kopyalayıp yapıştırıyorum.

"Görülmesi gerekir: Bu olay dünyanın başka bir bölgesinde olsa, hemen turistik bir seyahat çevrilir ve büyük paralar kazanılırdı. Bence bu fırsat mutlaka değerlendirilmeli ve turizm için belki de büyük bir gelir kapısı haline gelir. Bir haftalık bir konaklama büyük gelir getirir. Kelebeklerin gizemli son günü. Keşke değerlendirilse."

"Orada olmak isterdim: Kısacık ömrünü özgürce geçiren güzel beyaz kelebekler."

"Mükemmel doğa olayı: Söndürün o ışıkları bırakın hayvanlarda yoluna gitsin. Şu yaptığınız günah"

"Üzülüyor insan: Çirkin görünümlü kargalar ortalama 500 yıl yaşarken bu caanım hayvanların 1 gün yaşaması insanı üzüyor."

 Hepsi kendine göre haklı, üzerine çok uzun sohbetler çevirebiliriz bu yorumların, sonra söz:) Neyse ben gittikçe bu maneviyatla yoğurup, hayran kaldığım bu muhteşem doğa olayından ufak ufak soğumaya başlasam da tabi ki son noktayı beklemem lazımdı; bilimsel açıklama!!!

"İsmi lazım değil bir bilim insanının yorumu şu yöndeydi; "her yıl temmuz ayında görülen bu doğa olayının, erginleşerek sudan çıkan "bir gün sineklerinin" çiftleşme töreni" olduğunu ifade etti. Havada uçuşarak her yıl ilginç görüntüler oluşturan kanatlıları incelediğini belirten bilim insanı, kamuoyunda bilinenin aksine kanatlıların kelebeklerle ilgisinin olmadığını söyledi."
Hayrete düştüm diyemem çünkü genelde böyle olur, iki uç gibidir bilim ve hani daha duygusal daha ruhani şeyler... Biri hayal alemine daldırırken diğeri dank diye vurur kafana; "heyy gerçeğe dön!!":) Tamam yine gerçeğe dönüyorum ama beni yine yıldıramadın bak en azından bir kere çiftleşip yumurtalarını bırakıp ölüyorlarmış vayy bea tören gibi:)

Hımm şarkımız BU olsun mu??
Ps: Yılın ilk kış günleri bena kelebeklerin son dansını çok çekici hale getiriyor. Ne uyuz bir hava hufff...

2010-10-10

"İtinayla Karıştırılır"


"annanem (henüz büyük kadınken:) ve annem"


 
Bu sefer her zaman yaptığım gibi söyleyeceklerime sonundan başlamamaya kararlıyım. Karar verdim toz bulutundan başlangıcım:) Hııımm tamam korkma, o kadar geriye gidersem bu kadar daldan dala konan bir insan olarak bu güne asla gelemem, eminim bu kayboluşu seninde benimde bünyemiz kaldıramaz.
  
Çocukluğumda annanemin evini karıştırmakla başladı kaybolma maceralarım... Annanem yaş gereğince canım ülkemin yokluk zamanlarını devre devre görmüş geçirmiş bir kadındı. Evinde bir odada bir ailenin neredeyse aylarını geçirebileceği erzak vs.. olurdu.

Bu vs. içinde peçeteler vardı ne alaka inan halen bende bilmiyorum. Herhalde vakti zamanında ruhsuz düz peçetelerden kurtulup renkli, desenli peçetelerin piyasaya çıkması coşkusuyla küçük kadınım toplamıştı ne bulduysa. Hatta onda kaldığım zamanlarda başladım peçete koleksiyonuma, onunkileri aşırmakla macera başladı ama üstüne bende çok güzel parçalar eklemiştim. Kim bilir hangi zamanda nerede yitirdim o koleksiyonumu.. Vayy bea kayıplara yeni bir kayıp eklendi bak, yazarken geldi aklıma:)

Hatırla seninde vardı koleksiyonun, hıım kim bilir neydi?? Misket, turbo sakızından çıkan araba kağıtları, çizgi roman, üçgen renkli küçük kolonyalar kim bilir neee... Şimdilerde her şey gibi çocukların biriktirdikleri de değişti tabi bknz; ölü mouse:))

Neler olmazdı ki başka o evde, gizli gizli karıştırırdım bende daha heyecanlı olurdu... Eski acayip gözlükler, oyuncaklar, dedemden sizli bizli mektuplar, anılar, şiirler, kim bilir hangi zamandan kalmış süsler, eski SeS dergileri ohoooo bir çocuğun eşeleyip duracağı, hınzırca gülümseten neler nelerrr..

Eskiden uzuuun zamanlar geçirirdim Nezih kitabevinin alt katında, (gerçi şimdi onlar da yana doğru hacim kazandığından kitap bölümü artık üst katta) Annanemin evinde gibi hissederdim kendimi. Kitaplar, dergiler, boyalar, oyuncaklar... Kendimi güvende hissederdim. Tabi çalışanların gelip yardım etme taleplerini gizlice karıştırıyormuşum gibi ürkerek verdiğim tepki de ayrıydı tabi... Çıkarken genelde bir şeyler alırdım, tabi o kadar karıştırdım:) Kitap alırdım ya da bu kadar uzun zaman geçirince güzel albümleri dinleme olanağı bulursun ki eskiden öyle popüler şeyler olmazdı bunlar.. Çıkmadan bir çalışanın yakasına yapışır "Bu çalan albüm nedir?" diye sorar satın alırdım.. Herhalde bundandır değişik bir müzik zevkine sahibim:)

Bir devre bıraktım, sonrasında DNR'ı keşfettim ya da keşfettirdiler... Benim için orası soğuk, alışveriş merkezi kitapçısıydı. Annanemin sihirli evinden çıkmak benim için güçtü ama artık dünyaya açılmalıydım:) DNR'a yanımdakilere uyum sağlamak için taze gelin gibi kenardan köşeden burun kıvırarak girmeye başladım. Sanki kitaplar eskisi gibi benim karıştırmam için konulmamıştı. Herkes bir yere dağıldığında müziği duydum ritim tutmaya başladım, hıım ritim vardı ama hala soğuktu... Sonra her şeyin yerini öğrenmeye başladım ama halen dokunmuyordum veee filmler gözüme çarptı... Dayanamadım tabi ki karıştırmaya başladım.. Şimdilerde geniş bir arşivim var:) Anlayacağınız önce güzel bir müzik koydu, ardından dansa kaldırdı, ben nazlandım ama sonunda ritme uyum sağladım ve uzun yıllardır şehrin muhtelif yerlerinde süren flörtümüz başladı....

Her ay almadığımız ama bu ay bakalım neler var dediğimiz bir erkek dergimiz var mesela.. Şaşırma:) Dergi kapağında;

"Piyasada ki paranın hepsi sizin olacak",
"Yatakta asrın erkeği olmak için 10 numara",
"Aşık olduğun kadın 3 dakikada senin olsun",
"Baklava baklava kasın olsun, hemde yattığın yerde",
"İşinde yat ama dünya kölen olsun" gibi gibi vaatler bulunmakta...
Bu muhteşem tablo her ay tamam mı diyee bakıyoruz mesela. Ahh ahh birde bizim dergilerle dalga geçerler yaa gerçi en azından onların dergilerinde estetik bir şeyler var "kadın"... Bizimkilerde ne var "kadın" !... Hıım bu ayrı bir yazı ve araştırma konusu olabilir:)

Emin ol yine bir DNR'da karşılaşırız büyük ihtimal ben ritme uyumlu halen onunla flört ediyor olacağım... Eğer yoksam bil ki kalbimi başka biri kapmıştır ama bilirsin zordur alışkanlıklarımdan vazgeçmek:))

PS: Kocaman olana kadar gece yatmadan önce anlattığı hikayelerini, getirdiği garip otları (hatta keçiboynuzunu, iğdeyi), onu kandırıp eğlenmek için uydurduğumuz hikayeleri, soğuk kış akşamları bize mısır patlatmasını .... O küçük kadını ve sihirli evini özlüyorum...    ...... Özlüyorum!!...
Aaa unutmadan içimden gelen parça BUDUR!!...

2010-10-09

"Öldüren Şüphe" - "Charade"





 
Televizyonda çok kereler gözünüze çarpmıştır bu film, 1963 yapımı... Geçen ucuzluk sepetindeydi, bunun burada ne işi var dediğim filmler arasındaydı. Başrol oyuncuları çarpıcıdır; Audrey Hepburn, Cary Grant...  

Audrey Hepburn hakkında söylenecek çok söz vardır ama şimdilik filmdeki tarzının her zaman olduğu gibi etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Şirin, çekici ve baştan aşağı stil...

Bildiğin gibi filmlerin ayrıntı konularına girmiyorum onu izleyip yaşama zevkini sen yaşamalısın.

Diyaloglar akıcı, çarpıcı, esprili ve zekice... Şimdilerin romantik komedi filmleri gibi ama aslında çok da farklı.. İçinde eskiden kalma bir samimiyet var, o kadar belli ki günümüze ait olmadığı. Günümüzde çekilmiş olsa üzerine biraz teknoloji geniş açı muazzam ortamda görüntüler işlenirdi eminim... Az mekan var evet çünkü odak oyuncular ve diyaloglar... Küçük küçük tattırılmış mekanlar da var tabi zaten film Paris'de çekildiğinden bu kadarı da süsüdür.. Cary Grant yaş itibari ile Audrey Hepburn'den büyüktür ama yine de uyumları harikadır. Her ne kadar kadın kovalar adam kaçar havası olsa da o kaçısın ardındaki aşk nazlanmaları keyiflidir.

Sorarım sana filmleri efsaneleştiren biraz da müzikleri değil midir?
Bilirsin sen, bu konuda kim açık ara farkla en öndedir??
.............................
HENRY MANCINI
.............................
Bu filmin de şahane müziği yine ona aittir. O yıllarda yurdum sanatçılarının söylediği tüm şarkılar zaten yurt dışı menşeli olduğundan tabi ki bunu da Sayın Ajda Pekkan pas geçmeden seslendirmiştir. Onu da İstersen LİNK ten dinleyebilirsin. 
HENRY MANCINI demişken müziğini yaptığı bir kaç efsanenin en azından adını geçirmeden olmaz; peter gunn, midnight cowboy, a hard days night, komser colombo, pink panther, breakfast at tiffanys, love story bunlardan bir kaçıdır.

Filmin sonu sürprizle biter ama her ne kadar bilinse de tekrar tekrar izlenilesi lezzettedir. Tavsiyem yağmurlu bir günde tatlı tatlı battaniyeye sarılıp izlemendir... Yani ben öyle yaptım, oldu:)
Belki filmden ufak bir kesit görmek istersin diye veriyorum LİNK'i....

PS: Acaba bir süre eski filmleri mi izlesek? Biraz bu günden uzaklaşmaya ve duygularımızı geri kazanmaya ihtiyacımız var sankiii...

2010-09-29

Film Ekimi başlıyorrr...




Bir zamanlar ısrarla takip ettiğim festivaller arasındaydı. İstanbul Film Festivali, Komedi Filmleri Festivali, Film Ekimi.... 
Öncesinde listeler çıkarır, haritalar çizer, filmler hakkında geniş bilgi edinir, nereden çıkıp nereye gidiline bilineceğine dair geniş planlar yapardık. Evet evet neredeyse festivale gitme seremonimizi proje kıvamına getirir, başarı ile sonlandırdığımızda hüzünlenir, ufak çapta bir matem tutar, seneye görüşmek üzere der ayrılırdık...
Ayrılmadıklarımız da olurdu tabi ama festival arkadaşı ayrı olmalıdır... Tamam itiraf ediyorum festivale herkes gelmek istemez. Birlikte her daim festivale gidebilecek arkadaşlarım ayrı olduğundan diğer arkadaşlarım hayatıma birini soktuğumu ve köşe bucak kaçıp çılgınlar gibi bir aşk yaşadığımı düşünürlerdi. Gerçek şuydu köşe bucak sakladığım sevgilim sanattı:))))


Sonunda yaşamak istemiyorum deme riskinin yüksek olduğu Fransız Filmleri, sonuna kadar karanlık Afgan Filmleriydi, alt yazısını önümdeki entel bonus koca kafalı amca yüzünden göremediğim tahminen anlamaya çalıştığım Danca filmlerdi....


Hatta bir keresinde tanıdığım en yaratıcı, bakışı dünya tatlısı, huysuz mu huysuz ve en mühendis sevgili bir arkadaşımla plansız bir filme girelim demiştik. Heyecan burada başlıyor işte düşünün film kime ait, kim var kim yok, eleştiri yorum hiç bir şey okumamışız. Arkadaşım döndü "amaan film ne kadar kötü olabilir ki.... dedi ve devam etti, olmadı paramızı geri isteriz hahah" Bu ölmeden önce kullanılan son sözler gibi tarihe altın harflerle kazınacak hatta literatüre geçebilecek önemlilikte bir diyalogtu. (monolog değildi çünkü gülerek sohbete dahil olmuş ve bir çeşit heehe değil mi ama demeye getirmiştim)

Film başladı emin olmamakla birlikte Afganca'ydı diyaloglar, iki çocuk ve bir köpek filmin baş rol oyuncularıydı buraya kadar normal neden olmasın tabi... Bahsi geçen 2 çocuk filmin başından sonuna avaz avaz bağırırken, tabi geriye köpek kaldı o da boş durmadı havladı... 10 dakika geçmişti arkadaşım dönerek "paramızı çok acil geri vermeliler"dedi. Şoka girmiştim cevap verebildim mi hatırlamıyorum sanırım beyin bir süre sonra uyuşabiliyormuş anlamış olduk. Tabi ki böyle bir filmde ara olmalıydı,dimiii olmalıydı.!! Tabiki yoktu... 1saat 33 dakika... Evet evet izledik... Sonuna kadar savaştık!...

Filmin sonunda artık savaşı kaybetmiş sinir buhranı geçirmiş olan bizler ohh derken yanımızdaki çift ayağa kalktı!! Hayretle bakarken acaba ne olabilir? Sonunda bitti diye sevinç çığlıkları atıp birbirlerine sarılırlar herhalde diye beklerken onlar alkışlamaya başladılar, hemde ayakta!!.. Sanmayın ki şaşırdık hiç bozuntuya vermeden, hiiiiiç aynı filmi izlememişiz gibi düşünerek, bu hikayeyi kapadık.... Evet eminim film konusu ve mesajı itibari ile çok içerikliydi ama biz sürekli bağıran çocuklardan , havlayan köpekten ve karanlıktan adapte olmadık yani sanırım:) Hatırladıkça zangırdıyorum:))
Aradan yıllar geçti ve filmi az önce buldum...  Şu an buradalar.. Yukarıdaki fotoğraflar filme ait,


Fransız-İran-Afgan yapımı film tam bir üçü bir arada hissi verdi gerçekten... Şaşkın Köpekler (Stray Dogs)...
Film bir dolu ödül almış. 2005 yılında gittiğimiz filmin etkileri hala üzerimizde olduğuna göre film bu kadar ödüle değermiş:)

Her ne kadar uzun süredir ben de bu keyifli sanat etkinliğine dahil olamasamda hikayeden kıssadan hisse çıkarma ve filmlere bir göz at derim, hatta hazır kendine alırken bana da bir bilet ayarla derim:)

http://filmekimi.org/

Ps: Bu hafta sonu yokum ama emin ol bir dolu hikaye ile geri döneceğim....




2010-09-24

30'a Bir Kala....



Doğum günüme daha çok var evet ama bugün aklıma takıldı bir an, hatta aklımla birlikte tüm benliğim de orada öylece kala kaldı:)

8 yaşımı düşünüyorum, o zamanlar 20'lere geçmek terfi etmek gibi bir şeydi. Wowww bir gün ben de 20 olucam derdin, hani hiç gelmeyeceksin yaaa rahatsın tabii...
Zamanın yavaş ilerlediği yaşlar...
Eee malum okula gidiyorsun, bunun yazılısıydı, sözlüsüydü... Zor zanaat...

20 oldun ee bu muydu dansöz de var mı? dedin, 25 oldun zaten nasıl oldun sen de bilmiyorsun,:) öyleee bir baktın sabahları iş için ayaktasın...
25 sonrası çorap söküğü gibiydi, sanırım birileri çarkı çok hızlı çevirmeye başladı ve farkında mısın önceleri ooh gelse de kutlasak dediğin, herkesin seni sevdiği, sevgi pıtırcığı sözleri ile sarım sarım sardığı o en sevildiğin günün yani doğum gününün sırası çok ama çok hızlı geleye başladı, Yahu daha yeni kutladık yine miii??:)))
Ömrünce hiç bir oyunda hile yapmadın ama sanırım bu konuda hile yapma özgürlüğün var, yoo benim doğum günüm değil deyip ortada bırak mesela bu sene birilerini:)
Şimdi anlamıyorum 20'ye dün bastın, ee bunun promosyonu mu kalan 10 yaş?..
En çok deneyim edindiğin pek bir tatsız yıllardır bu iki yaş arası da yahu.. Aşk acıları, iş deneyimi edinirken sürüm sürüm sürünmek, gittikçe ciddileşmek, kazık yemek, kazık atmak, ölmek istemek, fazlasıyla yaşamak istemek, bulutların üstüne çıkmak, magmada yıkanmak vs...

veee 30'lar...
Artık terfi değil de hani çok da bayılmadığın bir pozisyon değişikliğidir. Hayır artık işi de değiştiremezsin alışmışsındır, eee alışkanlık başa bela:)

30'lar dedim de aklıma 80'ler geldi.. Dur dur merak etme başlamıycam yine vatka takan, saçını dolma yapan diyee:) Tamam anlaşıldı keyifli bir zaman aralığıymış bizde çocuktuk ablamız falan aracılığı ile yakın markaj öğrenmek durumunda kaldık... Benim favorim 90'lardır, trilyon malzeme çıkar ama takmışız bir 80'lere gidiyoruz işte. Birbirini haplayıp yatağa atmak isteyen kadını erkeği kıllı, saçlı karakterler, karda bikinisi ile güneşlenen ne hikmetse de bundan bildiğin haz alan Türk filmi karakterleri neşe kattı hayatımıza, 80'ler bir geçişse 90'lar bunun bocalamasıydı, saçmaladıkça saçmalandı ama çokkk keyifli yıllardı:) Biraz uyuduğumuz, sorgulamayı bıraktığımız yıllar mıydı?.. Başlangıç orası mıydı? Belki de Banu Alkan'ın colasına atılan o hap aslında toplum olarak ufak ufak hepimizin artık yurdum içeceği gibi benimsediği colalarımıza atılmaya başlanmıştı...

Konuya dönersek..:)
veee evet biliyorum 40'ları merak ediyorsun, hoş konuşurlar bu yaş aralığı için.. Olgunluk zamanıdır, 30'lar aynaya baktığında her yeni çizgin için üzülürken, 40'larda onlara dokunup bu da şurada olmuştu deyip tebessümle anıyormuşsun... Olgunluk yaşıymış yani bir nevi eriyormuşsun, hani sürekli bir kadeh atmış gibi bir gülümseme hayal ediyorum en azından sende... Rivayet işte zamanla anlarız... Aman 30'lardan memnunuz şu ara lütfen bize çizgilerimizi çoğaltmak için çok zaman ver, şikayetliyim 20'ler çok hızlıydı:)

Bu sefer günün LİNK'ini aşağıda veriyorum çünkü ne kadar uyarsam da tarayıcının başka penceresinde açmıyorsun sonra da panikliyorsun ve geriyorsun beni:) Al ceza sana sonunda dinlee...

Ps: Hayatta bu yaşlarda bazı şeyler için çok mücadele etmek gerekiyor ama unutma bu mücadeleyi verirken harcadığın zaman senden gidiyor. Zor olan ikisini bir arada götürebilmektir, mutlu olan ikisini birbirine karıştırmadan yola mutlu devam edebilmektir!!

2010-07-23

Lütfen Soyunma!..



 
Başka pencerede açman ve dinlemen gereken link (Bal Böceği sırf senin için bende ilk dinliyorum:)...
Bu aralar şarkı sözlerine çok takılmış durumdayım... Eskiden yazın gelmesini karpuz kabuğu denize düşsün diye bekleyen biz artık malum popçuların muhteşem anlamlı eller havaya şarkılarının çıkmasını bekliyoruz. Yoldan geçen arabada, markette, büfede, takside, gece mekanlarında, taksimde yürürken vss vss... Anlayacağın tatlım bu yaz da onlardan biri! Tek farkı bunun daha çok farkında olmam ki dananın kuyruğu burada kopuyor...

Şimdi bunu ex ten next olmaz, eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı gibi sözlerle sohbetleri süslemeyi seven ve her sözü olduğu gibi bunu da aşk yaralarına pansuman yapmak için kullanan çoğu yurdum insanı tanıyorum ki zaman zaman dahil olduğumu itiraf bile edebilirim:) Gerçi tüm popüler şarkı sözlerinin "seni çöpe atacağım poşete yazık mantığı ile ezilmiş aşığın, sen en değerlisin, tenhada kıstırırsan tükür o senin yanından bile geçemez psikolojisine sokulmaya çalışıldığı ülkenin insanlarıyız...
Eskiden de aşk teması baskındı işte mesela Sezen Aksu, hangimiz bir şeyler bulmadık kii sözlerinde ama sanki daha bir masumdu seven, özlemle inleyen taraf vardı. Şimdi de inleme var evet ama daha çok arkadan bela okuma formatına girmiş durumda.

Ama ne keyif verirdi ayrıldığın ya da platonik aşık olduğun ya da öyle sandığın:) zat ı muhtereme telefon açıp aşkına paralel şarkılar dinletmek.. Şimdi şöyle ağız tadıyla ne dinleteceğini şaşırıyorsun... Aman zaten nereden arasan numara görünüyor yaa yok bu teknoloji evet iyi bir şey de (kii ben çok severim bilirsin:) ama sanki cidden bir şeyleri de aldı götürdü. İlişkilere baksana mesela askere ya da uzağa giden sevgiliye mektup yazmak şimdi adam dünyanın ucuna gitse kamera başında.... Telefonlar sürekli elimizde aradığın anda diğer ucundasın merak yok, özlem yok, heyecan da yok...
Artık telefonlarımız bile fotoğraf çekmekte yüksek çözünürlükte.. Her anın bir kanıtı var ama inan bu olayda katilde var... An bea an her şeyimiz elimizde, eskiden bir fotoğraf olurdu ölee baka baka hatırlamaya çalışırdık, hayal ederdik, orda Ayşe'nin yüzünde ki sivilceye odaklanmıyorduk fii tarihiydi, hayal meyal hatırlanan birileri vardı ve detaylar yine hayal gücüne kalmıştı...

Zaman zaman sosyal iletişim ağlarını da düşünmekteyim hani zaten fazlası ile dem vurulmuş bir konu... Kimsenin bir gizemi kalmadı, anlatacak hikayesi, al işte bak blog yazıyorum (gerçi benim yazma nedenim dünyaya sesimi duyurmak değil yazarken keyif almam) Aslında bahsettiğim daha çok ne bileyim çekirdekte tuzluymuş, işte ezik aşık inlemeleri, Ayşe'ye seni istiyorum msjı, Ahmet'i kıskandırma iletisi ohoo bunu daha çok uzatabiliriz:) Yaa evet sosyal ağları kullan ama iş için, ama farklı bir amaçla ne bileyim doğada ki tesbih böceklerini anlat, kendini duyurmak için(Sana yeteneğini, işini vs. anlatabileceğin ve eğer doğru vurursan isabet ettirebileceğin bir platformdasın unutma!) ama lütfen artık önümde soyunma!!! Biraz gizem kat, benim keşfedebileceğim bir muazzamlık, hassasiyet, açık..

Bırak üstünü sürekli yırtmayı da biraz giyin!!

İllaki soyunmak mı istiyorsan o zaman hadi yeteneklerini anlat, benim bakmakla görmeyeceğim senlikleri....

PS: Beni bilirsin konuşmam da böyledir, bir olaydan bahsederim ardından tek bir kelime beni ateşler ve vınn pinky uçar, kızar, güler, sonunda yorulup huzura erer:) Hadi çok sıcak, notebook üstüme yapıştı, artık ayrılmamız gerektiğini söyleyip bebeklerimi geri istemeyi planlıyorum, zor olacak:)
Ah unutmadan bu ay yazmayı yazılarımın konsepti lütfen:) Gelecek ay da bomba gibi bir konu geliyor şimdi alt yapısı için hikaye topluyorum:))

2010-07-13

Gökyüzüne düşelim!



 
Başlamadan sana eşlik edecek şarkıyı linkten başka bir pencerede açıp dinlemelisin, şiddetle tavsiye edilir;)

Geçenlerde bir ressam ile tanıştım ayrıca öğretmenmişte.. Kışları öğretmenlik yapıyormuş, yazları kışın zaman bulduğunda hobisi ve esas tutkusu olan tabloları yapıyormuş. Yer Yalıkavak sanatçılar sokağı, yürüyorum bir sürü tabloyu geçtim ve onunkileri görünce tutuldum!

Ağırlıklı temaları danstı...

Işık gölgeler ve tutku inanamazsın tablolardaki gözlerde gerçek gibi vurdu beni! Tablo fiyatları biraz pahalıydı ama ben olsam zaten onlara değer bile biçemezdim. Çoğu tabloda dans eden ayak figürleri resmedilmişti. İnsan sadece ayak duruşunda tutkuyu görür mü?
Ben gördüm, çünkü o göstermiş, tuvale aktarmış!
Biraz sohbet ettik hayranlığımı dile getirme ihtiyacı duydum pek sık hayran olmam bilirsin:) İstanbul'da okumuş, bir daha dönmem dedi, haklı da..

Burda yıllardır yaşayan tanıdıklarımın hepsi aynı şeyi zikrediyor; buranın havası, mis kokulu yaseminleri, salkım salkım pespembe begonvilleri, tatlı tatlı parlayan güneşi, dostlukları hepsi bunlardan bahsederken sadece masumca ve kalpten gülümsüyor. Onların trafiksiz bu küçük yerde birer vespaları, bahçeleri olan evleri, huzurla yaşayacak kadar paraları ve içten gülümseyen gözleri var.

Çocukluğumdan beri hayalimdir bilirsin, bir gün buraya yerleşicem ve küçük bahçeli kapısından begonviller sarkan taştan bir evim olacak... Bahçemde tabi ki hamağım, uzun dost sohbetleri için geniş ahşap bir masam ve tabiki senle her daim denizi izlemek için yere kadar uzanan camlar, çatıya çıktığımızda inan gök yere inecek... Hadi uzatmayalım derim, düşelim yıldızlara:)

Ps:Her şey çok güzeldi.. Mezeleri muhteşem, kasabından etini balıkçından kendin seçip balığını alıp yaptırabildiğin bir meyhaneye var. Şöyle karışık deniz ürünleri olan soslu bir şey yedik (şey diyorum çünkü isimlendirilemeyecek kadar muhteşemdi) Üstüne de dost sohbeti ahh çok keyifliydi, gideriz;)

Yolculuk ve Zombiler





 

Saat: 22:35

Otobüs yolculuğunda 2. filmden sonra sanırım yeni bir ruh hastalığına yelken açmış durumdayım. Jim Carrey' den “23 Numara” adlı gerilim filmini izledim. Film senaryo itibari ile güzeldi ama dan dan dan! Heyy beni vurmadı:) O kadar kötü işlemişler ki, film senaryoyu kusmuş..

2. ye geçtim bu kadar numaralı film neden beni buldu bilmiyorum var mı bir keramet acaba? Filmin adı “28 Gün Sonra” İnanmıycaksın ama film yine Zombi filmi çıktı!!..Er Ryan'ı Kurtarmaktan sonra izlediğim en kırmızı film çıktı kendisi. Aşk filmi beklerken bir anda çığlık çığlığa birbirlerini yemeye çalışan tipler fırlayınca "otobüste korkmak" literatürüne girecek kıvamda bir irkilme yaşadım.
Evet sırada 13. Cumayı bekliyorum, bakalım ne çıkacak:)

3. Film 13. Cuma değil evet ama başka bir zombi filmi ve adını söylüyorum sıkı dur “30 Gün Önce” hayır hayır şaka değil (Keşke öyle olsa.)
Yanımdaki beni ne zaman ısıracak diye plastik bıçağı yanıma sakladım! (Eminim çok etkili olur:) Paranoya oldum ellerim titriyor. Karar verdim büyüyünce zombi avcısı olacağım, Tükiye'de büyük açık olduğunu düşünüyorum:) Böyle şeylerden korkmasan sen ol beni koru derdim ama yok kalsın, sanırım tüm macerayı kaçırıp eve gelince heyecanla anlatmanı dinemek o kadar keyif vermez. Ee tabi tüm macerayı sen yaşa ben şak şak yapayım, olmazzzz ki:)

Aslında rahatlamalıyım vebanın bile giremediği güzelim yurdum topraklarında zombi ve vampir zaten olmamış ki..
İnanç mı, kültür mü etken? Bilmem ama batıdan çıkıyor hep böyle şeyler ruh alemleri pek bir geniş:) .Yaa zaten niye sorun edelim kii eğer olsaydı da Malkoçoğlu hepsini bir sıçrayışta keserdi:)

Ps: Ellerimin titremesi geçti sanırım gözüm seyirmeye başladı hadi hayırlısı, 06:51 Güvercinlik'teyim ve bu vatan topraklarına geldim demek, tabiki bir ara grüşürüz...

Soğuktu ve Üşüyorduk...



İlginç saatler yaşıyorum, eskiden annemle gittiğim bir pasajı hatırladım, hava yağmurlu ve kasvetliydi, pasaj bir avluya açılıyordu tıpkı korku filmlerindeki gibi karanlık bir avluya. Bugün yarım kalmış o günün devamı gibiydi tek farkı başka yerde olmamdı.
Ordan burdan saçını uzatıp garip garip bakacak küçük Japon kızını bekliyorum...

Arabalı vapur için sıradayım ve kafamı sola çevirdiğimde onunla gözgöze geldim! Hayır cnmm Samara değil:)Tamamen turuncular giymiş, karanlık yüzlü adamın bir saniye adamın bacağında bir sorun var topallıyor!! Acaba ben ondan kaçarken “o arka koltuktaaaaa” diye bağıran, adam yooo yooo!!

Sonunda binebildim, yağmur gittikçe şiddetini arttırıyor... Şu denizde gördüğüm şey sanki...Işıklı...Hadi cnm, korkunç iki ayaklı ziyaretçilerden biri mii?? Aman tanrım sanki yükseliyor gibi..!! Hımm tamam yaa dalgaya ışık vurmuş, olur böyle ilizyonlar:)

Tam kapalı ve karanlık yere denk geldim! Çok dalga var acaba batar mıyız? Hala inmek için vaktim var, acaba ölüm inmek için ikna ikna edbildiklerimle “Final Destination”daki gibi peşimizi bırakmayıp sonunda kaderle yüzleştirir mi?

Yan koltuktaki kadın telefonla birini arayıp çok korktuğunu söyledi, denizden karaya ayak basmak istediğini dalganın ve şimşeklerin onu gittikçe gerilim filminin ortasına çektiğini de ekledi.(demekki tek değilim:)

Şimdi ne olduğuna zaten inamıycaksın biliyorum ama otobüsten birinin telefonu çalıyor. Melodiyi tahmin et...

“Cevapsız Arama”

“Yok artık”

Dediğim bu olaydan sonra eğer bana bir şey olursa kitaplarım ve filmlerimi sana bırakıyorum. Diğer eşyalarım geriye kalan çekirge sürüsünün olabilir:)

Ps: Sanırım kıyıya yanaştığımızda Marlon Brando ağzında sigarası beni bekliyor olacak. İyi bare tür değiştiriyoruz, ben gidip şu pis ve kasvetli gerilim kıyafetlerimi çıkarıp şöyle 50'lere uygun diz altı dar kırmızı bir kıyafet giyeyim... Kıyıda görüşürüz Marloncum:)