Sayfalar

2011-12-31

Külkedisi'nin üvey annesi gibiydin 2011..

 
Yeni yıl kapıda...

Bu yaşımıza kadar her eski yıl bitimi, yeni yıl başlangıcında hiç değişmeyen muhabbetlere zevkle ortak olduk. Düşünsene yılbaşı ikramiyesi geyiği mesela; ikramiye miktarının yüzeyde kapladığı alan ne kadardır, bu para ile kaç tane taksi plakası, kaç ev satın alınır ki bu evlerin Amerika vs. de olanlarının da hesabı yapılır. İkramiye ile dünya çevresi kaç kere dolaşılır, uç uca koysak Çin Seddi ile oranı nedir, bozuk para olsa kaç tondur .... of of of bunun gibi her yıl yepyeni enteresan yaklaşımlar eklenen geyiklerdir bunlar. Merak etmiyor değilim bunları hesaplaması için acaba özel bir grup ile mi çalışıyorlar. Toplanın bu yılın ikramiyesi budur, hadi saçma sapan şeylerle oranlayalım da ikramiyeyi cazip kılalım!!!

Çocukluğumdan beri farklı farklı insanlardan yüzlerce kez duyduğum ve nedendir bilinmez hala sırıtmaya sebep olan seneye görüşürüz muhabbeti. Ne yalan söyleyeyim içimden "haklısın araya biraz zaman koysak da bir süre gözünün akını görmszem demiyor değilim. Çok değil bir kaç sene kadar...

Yeni yıla yeni beklentilerle girmek, yenilendiğini düşünmek kesinlikle insan psikolojisine iyi gelen bir şey. Tamam ertesi gün gözünü açtığında geceden kalma olmanın üzerinde bıraktığı baş ağrısı tüm bedenine hükmederken yılbaşı gecesi karıştırdığın alkol miktarı mı aklına geliyor, yoksa hala bugün 1 Ocak neşe doluyor insan mı diyorsun bilemiyorum.:)


Bu yıl geçmişe kocaman bir set çekmeye karar verdiğimden ve rejime başlanılan Pazartesi'ler gibi en uygun tarihin Ocak 1 olduğunu düşündüğümden psikolojik bir temizlik kararı aldım. Notebook'um da ki tüm bilgileri bir hard diske kopyaladım ve geri kalanları sildim. Geçmiş insanın sırtında taşıdığı kambur gibi.. Bugünü ona borçlusun ama sürekli senden diyetini istiyor.. Kura çektim 12'ye çıktı, yeniden doğmak için güzel bir rakam. Diyorum ki ne yapalım biliyor musun? Geçmişimize yılbaşı gecesi güzel bir teşekkür edip, şerefine az biraz kadeh kaldırıp güzel bir jübile yapalım...

Bu kararı almama özellikle çok yardımcı olan ki emeklerini hiç inkar edemediğim 2011 yılı... Külkedisi'nin üvey annesi gibiydin, hakkını nasıl öderim bilemediğimden seni hiç yaşanmamış sayıyorum. Kazandığım deneyimler için artık istesen de istemesen de hakkını helal ediyorsun :)

Şöyle bir düşününce bir ömür ardından aynı yola çıkarım dediğim insanlar tanıdığımız gibi bu da mı varmış karakterinde, tanımaz olsaydım dediğimiz insanlar da oldu. Biliyorum, olacak.. Hep söylersin ya "ne zaman artık beni hiç bir şey şaşırtmaz desem hayat karşıma daha iyi ilizyonistleri çıkarıyor" diye :)  Deme, şaşırma da.. Kendi doğrunu yaşayıp, sorgulama..

Bu gece yılbaşı; senin de benim de ayrı ayrı planlarımız var, seninkini bilmem ama benimki geçmişten geleceğe çoktan taşıdığım dostlarımla. Bu yıl klasik olsun diyorum; biraz alkol, tombala belki, belki yeni öğreneceğim poker:) hatta neden böyle bir hayal geçiyor aklımdan ama koca bir çanağın içine meyveleri doldurup bir yandan meyveleri soyarken bir yandan laflayıp kıkırdayasım var.

Çocukluğumdan hatırladığım bir kare geldi, şimdilerde Türkiye'nin en önemli ilim yuvalarında okumuş master için yurt dışında yıllarını geçirmiş ve şu anda çok büyük bir firmanın başlarından biri olmuş bir arkadaşım yılbaşında saat 12'yi Sibel Can çıkıp dans edecek diye telaşla beklerdi, acaba bu yılbaşı ne yapıyordur? Sibel Can dans etsin diye beklemediği kesindir de.. O zaman bir espirisi vardı tabi dansözün. Hiç sevmedim, hiç de sevmiycem... Zaten etraf dansöz dolu.. Kulakların çınlasın Sevgili Serdar Ortaç ya da vazgeçtim çınlamasın, hiç gerek yok :)   

Yılbaşının bize ait olmasa da en sevdiğim özelliği her yerde noel şarkıları çalması. Çok şekerler ve kesinlikle beni mutlu ediyorlar hatta sözleri de genelde saçma ya da fazla sevgi dolu buluyorum. Melodileri birbirine benziyor ve bir anda sağa sola ritm tutuyorken bulduruyorlar kendimi, işin garibi sallanırken de hiç bir şey düşünmüyorum. :) Bir kaç kere alışveriş yaparken, kitap alırken kaptırdığım oldu kendi kendime. Ayıldığımda kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum.

Ah ah bknz koç burcuyum ve şu en Sayın Rezzan Kiraz büyük değişimler yaşayacağımı söylüyor. Sıra dışı değişimler beni bekliyormuş, beklenmeyeni bekle diyor, tatlım geç kaldın demek istiyorum. :)

Bu arada lütfen gerekli olmadığı sürece geçmişte bıraktıklarımız ile konuşma, defalarca konuşup altını çizdiğin şeyler sadece konuya yaptığın vurguyu arttırır ki sıkıntı bu noktada yine, yeni, yeniden başlar..

Derken aklıma bir şiir geldi her defasında okumaktan çok keyif aldığım.. Arjantinli yazar Jorge Luis Boges'in "Anlar" şiiri hani "eğer yeniden başlayabilseydim hayata" diye başlar. Şiiri google da şu an ararken Can Yücel'in başka bir şiirine gözüm takıldı. Sanırım şiir yazsam bu şiiri ben yazardım, tamam yaa en azından yazmak isterdim.. :) Hatta yazdığım bir kaç blogun özeti bile diyebilirim.

Can Yücel’ den

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun.. Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun!

Çok uzatmayacağım bu gece keyifle iç, sohbetle ye ve tüm tatlı tatsız ne varsa o gece orada bırak....

Ps: Sen de lütfen artık şu kırmızı çamaşır geyiğinden kurtul. Şarkımız tabiki günün anlamına uygun olacak, Link'den dinleyebilirsin.

2011-12-18

Bu maskenin altında bir yüz var ancak benim değil!... "V"



 
Yazmanın ve konuşmanın çoğu zaman kolay olduğu bir dünya benim dünyam ama bazı durumlarda kilitlenebiliyorum ki bu da onlardan biri. Hani bazen herhangi bir şey hakkında söyleyecek düzinelerce lafınız vardır da konuşmaya başladığınızda ağzınızdan kelimeler bir türlü çıkamaz yaa işte onun gibi... Söyleyecek çok şeyin olması ve bir türlü hangisinden başlayacağını bilememenin verdiği kaybolma hissi, sonunda yorulup, pes edip ertelemek ya da tamamen yutmak... Bu yazdıklarımın nereye çeksen oraya gideceğini bildiğimden konuya hemen açıklık getirmek istiyorum, uzun süredir "Vendetta" hakkında yazmak istiyorum..


Filmi kafamın karışık olduğu zamanlardan birinde uzun süre aradan sonra yeniden izledim. Film aslında çizgi romandan uyarlanmış, ben bunu yeni öğrendim mesela... "Tüü rezil, nasıl bilmezsin?" diyebilirsin ki hayata bildiklerim kadar bilmediklerimi de bağıra bağıra haykırabilirim, kime ne? Ayrıca herşeyi biliyor olsam yaşamak için sebebim kalmazdı. Bilmediklerim beni hayata güçle bağlıyor, bilme inancı yaşamımın sonuna kadar beni ayakta tutacak ki evet yeniden söylüyorum V aslında çizgi romanmış, yeni öğrendim!

V'nin oyunculuğu için çok şey söyleyemeyeceğim çünkü benim için yüz mimikleri ve bakışlar büyük etkendir bir aktörü değerlendirmek için. Filmde maske taktığından aktörlüğünü çok yorumlayamayacağım ama haksızlık etmek de istemem keskin tavırlı, çok hoş... Natalie Portman için ise kelimeler yine kifayetsiz...

Filmi izlemişsindir diye düşündüğümden (izlemediysen görevin hemen DVD'sini almak ve okumayı bırakmak) yine kendi uslubumla aralara replikler alarak yavaş yavaş kanına yeniden izleme dozajını karıştıracağım..

Senin de bildiğin gibi filmin esas çerçevesi "intikam" ama düşündüren replikleri ve beni çok çok etkileyen farklı aşk hikayesi ile sarsıcı... Günümüzle ilgili anlayabilene aslında çok çok büyük ve etkili mesajlar verdiğini de açıkca söyleyebilirim. Aklı salim her izleyicinin neyi kastettiğimi anlayabileceğini düşündüğüm mesajlar içeriyor ki bunları burada açmak çok farklı konulara bizi alıp götürür ki illaki bir misyonum olacaksa parmakla göstermek benim için kafi. Böylesi durumlarda hep ne derim bilirsin;

"Parmak cenneti gösterirken sadece aptallar parmağa bakar"

Hoşuma giden ayrıntılardan biri de bir kaç sahnede Monte Cristo Kontu'nun izleniyor olması.. Monte Cristo Kontu baştan sona cayır cayır bir intikam hikayesidir, etkili repliklerinden vs. değildir bu filmde olduğu gibi sürükleyen kısmı. Hani öylesine tıkır tıkır işleyen bir planla o intikam alınır ki geriye suratta kısık gözle sinsi bir gülümseme bırakır hah tabi yanında gönüllerde nane ferahlığı da cabası..

fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum.
fikirler adına öldürülen ve
fikirleri savunurken ölen insanları gördüm.
yalnız,
bir fikri öpemezsiniz,
ona dokunamazsınız,
veya onu tutamazsınız.
fikirler kan ağlamaz.
onlar acıyı hissetmez.
ve onlar sevmez.

ben o fikri özlemiyorum, o adam, 5 Kasım'ı bana unutturmuyor.
hiç unutmayacağım bir adam!!

Yüzünü göremediğin birine aşık olmak nasıl bir şey diye çok sorgulamıştım hatırlarsan.. Şimdilerde düşününce neden olmasın? diyorum. Farklı bir şey; bir karaktere aşık olmak, ruhunun çırpınışlarına, sana gösterdiği özene, sabırla dinleyişine, dinleyişine ve yorumlayıp sana desteğine, senin için direnişinee... İki insan arasındaki dişlilerin tüm bunlarla tık diye birbirine oturabildiğini iyi biliyorsun..

Eminim üst paragraftaki kadına gösterdiği özen kısmı da yine sana hadi cnm dedirtti ama evet kesinlikle hala düşündüğüm bir çoklarının aksine zekice özenli olduğu.

V filmin esas kadınını küçük oyunla bir hücreye kapatır ki aslında onun evinde bulunan bir bölmedir burası.. En çok etkilendiğim bölümlerinden biriydi bu sahne, waaww dedim çünkü kadına böyle bir şey yapmasının tek sebebi kadının ona bir replikte "korkuyorum" demesi, onu arındırmak ancak bir travma yaşatarak mümkün olması. Türlü işkencelere maruz kaldığı ve farklı bir pencereden bazı şeyleri görmesini sağlayan hayali hücre arkadaşıyla geçen hücre hapsinden kurtulabilmesi için iş birliği yapması yeterliydi ama o direndi "beni öldürebilirsiniz, hazırım  reddediyorum" dedi. Söylediği anda özgürsün diye bırakıldı evet o özgürdü çünkü ruhu artık özgürdü...

Şimdi soruyorum, hayatında kaç kişi sana korkularını yenmen için öyle ya da böyle destek verdi?? Evet uyguladığı yöntemin çok normal olduğunu savunmuyorum ama kaç erkek ya da kadın yüreklice tuttu elini! Günümüz için cevabı zor bir soru seni de anlıyorum..

“Beni dinle, Evey. Hayatının en önemli anı olabilir bu. Ona sahip çık. Anne ve babanı senden aldılar. Erkek kardeşini senden aldılar. Seni bir hücreye tıkıp, hayatın hariç sana ait olan her şeyi senden aldılar. Ve sen de yaşadığın için şükrettin, öyle değil mi? Sana bıraktıkları tek şey hayatındı, ama değilmiş, öyle değil mi? Ve başka bir şey buldun. O hücrede, senin için hayatından daha çok değer verdiğin bir şey buldun, çünkü istediklerini vermediğin takdirde seni öldürmekle tehdit ettiklerinde ölmeyi tercih ettiğini söyledin. Ölümünle yüzleştin, Evey. Sakindin. Serinkanlıydın. O sırada hissettiğini şu anda da hissetmeyi dene.”
Evey o sırada hissettiğini şimdi ve bundan sonra da hissederek,V’nin başlattığı devrimin öncülüğünü üstlenerek “yıkım”dan sonra “yapım”ın mimarlarından olmuştur.

Biz filmde V’nin toplumu dönüştürdüğü kısmı izleriz. Ancak hepsinden önemlisi V’nin kendini nasıl dönüştürdüğüdür. Evey işkenceden sonra V’ye ondan nefret ettiğini söyler. V de Evey’e şöyle cevap verir:
“İşte bu yüzden! İlk başta ben de sebebin nefret olduğunu sanıyordum. Tek bildiğim nefretti. Nefret bana yeni bir dünya kurdu, beni tutsak etti, yemeyi, içmeyi, nefes almayı öğretti. Damarlarımdaki yoğun nefret duygusuyla öleceğimi sanmıştım. Ama sonra bir şey oldu. Bana olan şeyin aynısı sana da oldu.”

Hayata geri döndüğümde bakıyorum da evet zaman zaman nefret, dibe vurma vs. bize yeni dünyalar kurduruyor mu kesinlikle evet... Bazılarımız nefretimiz, kızgınlığımız, kendimizce dibe vurmuşluğumuzla kendimizi bir hücreye kapatıyoruz, yardım etmeye çalışanı da zihnimizin başka başka hücrelerine... 

Bu işkencenin içindeki özeni artık daha iyi anladığından şimdi "keşke çevremde yapım için yıkabilecek yürekte, zekada ve güçte biri olsa" diyosun, keşke...

Bir de sonrasında senin çok beğendiğin yağmur sahnesi vardı ki pek bir Hollwood kokuyordu, yani bence... Filmlerin bazı sahneleri vardır yaa hani ağlatmak, güldürmek ya da korkutmak için her türlü imkan mevcuttur ve senin bir tek görevin vardır; doğru atılan pası geri karşılamak! Amacı bariz belli... Etkilendiğini iyi biliyorum, napalım bu benim blogum ancak ilk damlanın düşüşünün çekim açısı iyiydi, hak veriyorum...

Gereksiz abartılmış sahneleri var mı evet var ama göz tırmaladığını söyleyemem hatta çizgi romandan uyarlanmış bir film için bence çok bile gerçekçi. Gerçi çizgi roman severler filme hiç ısınamamışlar okuduğum kadarıyla... Aman hep beğenmeyen birileri mevcuttur zaten.


"remember, remember, the fifth of november......."

Film hakkında söylenecek çok şey var diyorum yaa boşuna demiyorum, daha ayrıntılı bilgi için bknz: google, malum her şeyi benden beklersen "hazıra dağ dayanmaz" der, gülerim ;) Bu arada filmin müziklerini dinlemeyi sakın unutmayın... İnternet sitesini de şahsen orjinal bulduğumu söyleyebilirim hatta film müziklerini yine filmde olduğu gibi bir müzik kutusundan ufak ufak dinleyebiliyorsun.

Ps: Bel ağrımın zirve yaptığı, rüzgar ve yağmur sesinin anlamsızca keyif verdiği, yorgun bir gecede ilk LİNK'i şu an dinlediğim, diğer LİNK ise V'nin yanılmıyorsam iki sahnede çaldığı, bu ses nasıl bir şey diye dinlediğim şarkı. İki ses de büyülüdür, dikkat!!


2011-12-15

Dar alanda uzun paslaşmalar...


Yılın soğuk aylarına girdimiz günlerde planlarımız artık iç mekanlara doğru kaydı. İç mekanlardan kastım gece alemlerinin büyük bahçeleri kapandı hadi kapalı yerlerine çekilelim değil aslında... Gece hayatı keyiflidir ama en azından benim için tadımlık olarak bünyeye alınasıdır. 

Şimdilerde nedense gece hayatı deyince misss gibi kurulmuş bir masa etrafında oturmuş samimiyet geliyor aklıma. Güldüğünde gülebilecek, ağladığında sırtını sıvazlayan bir samimiyet... Tercihimi kafamın dibinde yemekten çatalımı kaldırdığım anda alınan tabaklardan yana kullanmıyorum mesela, aksine muhabbetin keyfinden koyuldukça koyulan bardaklara, hatta bitmeden yenisi istenen sohbet mezelerinden kullanıyorum. Uzun uzaya sohbetleri pek severim bilirsin böyle zamanlarda.... 

Ne yalan söyleyeyim sen belli bir limitten sonra çekilmeyenlerdensin. Seni dinlemiyorum demek istemem, sesin bir süre sonra duyum eşiğim altında kaldığından seni duyamıyor olabilirim diye açıklamak istiyorum. Sürekli gülümsüyor olmamın sebebinin limit aşımı değil dinlemediğimden idare amaçlı olduğunu anlaman pek iyi olmayacak bu yazıdan sonra ama olsun nasılsa o ara aklına gelmeyecektir :)

Yazmaya başlayınca hızımı alamayıp yine ara sokaklarda yolumu kaybettiğimden halen konuya girdiğimle kalmış durumdayım aslında....

Hımmm soğuk hava, iç mekanlar ve gece demiştik evet....

Sinema, mısır ve hatta özellikle de suare olursa deymeyin keyfime... Peki ya tiyatro, dinleti, ne bileyim orkestra konserleri vs... Ne kadar uzak kaldığımızın farkında mısın??

Geçen gün kibar bir davet üzerine bir Filarmoni Orkestrasını dinlemeye gittik. Ruhumun huzur bulduğu, isyan ettiği, koştuğu, soluklandığı ve hatta ağladığı o akşam müzik kulaklarımda değil damarlarımdaydı. 

Büyük bir salondaydık ve şöyle bir etrafıma baktığımda büyük şaşkınlık yaşadım. Etrafımızda oturan katılımcıların hepsi abartmıyorum 65 yaş üzeriydi. Şık giyinmiş, özenle dik oturan bir kitle. Anlam veremiyorum, sence sanatın yaş limiti mi var?? Şimdi durup düşünelim, en son tiyatroya gidiş tarihini hatırlıyor musun? Ruhunu daha ne kadar sığlaştırabilirsin, peki bunun bir limiti var mı??

Korkma bazı konularda zaman zaman biraz ateşli çıkışlarım vardır, bilirsin ;) Neyse, beni çok etkileyen şu adını vermediğim orkestradan bahsetmek istiyorum biraz.. Kökeninde tutkusunu bulmuş insanlar topluluğu olduğu kesin ama tabiki hınzırca gözlem yapıp eğlenecek zamanı da buldum uçuşum sırasında ;) 

Orkestra arasında kemanını birazdan atıp EErool yemek hazır diye sesleneceğini düşündüğüm teyzeler olduğu gibi hani şu filmlerde gördüğümüz bembeyaz tenli, kırmızı rujlu viyolonsel çalan seksi kadın, sokakta görseniz bu beyefendi sanatın bir dalından ama hangi dalından diyebileceğiniz karizmada ya da atom mühendisi kıvamında çaldığı aletten ses çıkarabildiğine bile şaşırdığınız insanlar... Küçücük bir kadının kendi büyüklüğünde bir kontrbasın tellerine narince dokunarak ses çıkarmasını, kocaman bir adamın hatta birazdan bunu kesin yutar diye adrenalin yaptığın minicik bir üflemeli aletten döktüğü cüssesi kadar büyük notaları hayranlıkla izledim ve dinledim. 

Bu psikolojik sorun mu, yetenek mi, yoksa gayet normal bir durum mu bilemem hatta ilgilenmiyroum da ama sadece dinleyemiyorum. Koklarım, izlerim, dinlerim, dokunurum...  Tüm bunları yapamayacağım bir ortamsa kendim dokular, kokular, sesler hatta şekiller hayal ederim... Hikayeler yazarım bir yandan ve yaşatırım onları... Garip bir gözlem belki ama müzik aleti çalan insanların çalma stillerine göre bence hayat içinde verdikleri tepkiler hatta yaşayış biçimleri paralel. Durağan, tepkisiz, sabırlı, tutkulu, sinirli... Kimbilir dünyayı oturduğum yerden keşfe çıkan ben yüz yıllık bir araştırmayı evreka tadında satıyorumdur şimdi sana:))) Ne demişler:

"gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur!"

Orada yüzünü görmeden izlediğim biri daha vardı, bir lider... O muhteşem dengenin orta noktası; orkestra şefi. Tüm orkestra tellerle ona bağlı gibi. Gözler onun tek bir hareketini bekler halde yola dökülmek için. Sinirlenen, gülümseyen, acı çeken özetle içindeki coşkuyla kalabalıkları yöneten bu arkası dönük adamı sevdim. Ne yalan söyleyeyim yüzünden de bir hayır görmedim :)

Yazının başından sonuna yeniden okuduğumda nereden nereye geldiğim konusunda kendimi takdir ettim.:) Bu kadar yol insanı yorar diyorum ve  bu ara erken bastıran sevgili uykunun kollarına kendimi zevkle bırakıyorum.

Ps: Sanatın ve sanatçının pek bir dostuyum hatta yakın zamanda elimde keman kutumla topuklarımı tıkırdatarak hala yol alır halde görebilirsin beni ;) Bugün LİNK'de yazıya başladığımda beni güzel bir masaya götüren şarkı var, eminim özellikle sana tanıdık gelecek...........


2011-12-09

Bugün dünya hödö hödö günü!

 Bir süredir maillerimde ve sosyal iletişim ağlarında pek sevdiğim arkadaşlarımdan "bugün dünya arkadaşlık günü", "bugün dünya kız arkadaş günü", "bugün dünya dostluk günü"diye kalpli, kalpli mesajlar alıyorum. Sizi seviyorum ama itiraf etmek gerekirse okumadan siliyorum...

Biliyorsun bu ne idüğü belirsiz günün hangi gün olduğunu öğreneceğim dedim ve koyuldum araştırmaya.. İlk önüme çıkan yazılardan biri tabii ki ekşi'den alınmış bir yorumdu ki sana okuduğumda birbirimize kilitlenip kaldık. Aynen kopyalıyorum..

"dünya arkadaşlık günü"

bugünmüş. 18 kasım. gugılladığımda başka günler için de aynı söylentinin dolaştığını gördüm. neymiş facebook sayfanda 5'ten fazla kutlama görürsen sevilen biriymişsin. bi arkadaşımın duvarı dolup taşmıştı, ordan gördüm :(

 Nedense bu duygusal yorumun bir bayana ait olduğunu düşünüyorum. Ablam bildiğim üzülmüş ve kıskanmış sözde dünya arkadaşlık gününde facebook duvarı aynı mesajla dolup taşan arkadaşını... 

Sence de biraz tezatlık barındırmıyor mu? ;)

Bilirsin inatçıyımdır şu dünya arkadaşlık gününü araştırmaya devam ettim. Bu aralar kanıt, CSI NY, monk, Criminal Minds, Endgame gibi dizilere fena halde sardığımdan hatta sık sık dediğim gibi biraz küfür etme işini kıvırabilirsem Behzat Ç.'ye bayan rakip olacak kadar cinayet ve seri katil bilgisine sahip ve de hakimim :) Neyse sırf bunu ne denli bir ciddiyetle araştırdığımı gördüğünde dalga geçtiğin için yinelemek istedim, hem eleştirmeyi de bırak, kuru kuru eleştiri yapanlar gözümde seğirmeye sebep oluyor ki şu aralar ilgi duyduğum alana bakarsak tehlikeli de olabilirim :p

Neyse, her yazılan ya da post edilen gün farklı olan bu arkadaşlık ya da her neyse günü aslında kendi içinde biraz düşünüldüğünde sorunu çözüyor. Hayal kırıklığına uğratmak istemem ama bence böyle bir gün yok. Hem birini sevdiğini söylemek için (o kalıplaşmış mesajlar) başkalarının cümlelerini kullanmak niye ki?? Tabi bu çok anlamlı bir şiir ya da vs değilse... 

Zaten derme çatma kalmış, bencilleşmiş sevgilerimizi silikleştiriyoruz. Bilirsin sevgi sözcüklerinin kişiye özel olduğunu düşünmüşümdür hep.. Aşk, arkadaşlık, aile vs. ne ilişkisi içinde olduğun fark etmez, sevgi sözcükleri kişiye özeldir. Karşındakine ithaf ettiğin şarkı ona özel olmalıdır ve gerçekten dinlediğinde o gibi kokmalıdır, sana tamamen şahsınla ilgili bir ayrıntı ile iltifat etmeliyim ki kim bilir belki çenende bulunan ben, boynunun bedeninle birleşirken asil duran kemiklerin, belki hiç başkasının fark etmediğin düzgünlükte olan kaşların, zarif bileklerin belki.... 
Arkadaşının gülümsemesi mesela... Biri güldüğünde gözlerinin o çizgi çizgi dünyayı görmez halde kapanıp hayattan kopuşu ya da bir diğerinin kocaman gözleri açıkken yanağında beliren ve dikkatleri bir anda çeken tatlı mı tatlı     çukur mu? aslında onu bir diğerinden ayıran... Herkes güler ama biliyorsun asla aynı değildir...


Hep senin de dediğin gibi çevremde çok insan var ama hepsinin ayrıntılarını tek tek sayabilirim... İnsan ilişkilerinin anahtarlarından biri de budur. Kendi adıma konuşmak gerekirse bana başkalarının zaten söylediği genel geçer şeyler söyleyen insanlar aklımda kalıcı değildir. Doğru farklılığı tutturanınsa kokusu yıllarca burnumda kalır. Geçen gün şu gözleri çizgi tatlı insanın çene yapım ve benim ile ilgili söyledikleri mesela.. Bana özel leziz bir ayrıntıydı, başka bir bakış...

Bu sadece görüntü olmayabilir.. Karakter farklılığı, kendine has davranışsal farklılık herhangi bir şey olabilir.. Kadehi kavrayışı, saçını kulağının arkasına atışı, kalemi tutuşu... 

Şeytan ayrıntıda gizlidir!! Zikredilen kişiye özel farklılıklar bünyeye kolay karışan bir zehirdir, ve işin garibi genel geçer değildir.. Kalıcıdır unutulmaz..

Bugün uzun yıllar işte bizimle çalışmış iki emektarımızı bir süre aradan sonra aradım. İnsanları mutsuz etmenin ne kadar kolay mutlu etmeninse gerçekten ne kadar basit olduğunu hatırlamış oldum. Bunlar basit ve sıkıcı cümleler oldu bizim için her zaman. Sevmedik bu konuşmaları dinlemeyi çünkü biz bunları dünyaya anlatmaya çalışan tarafta olmadık biz uygulayanlardandık... Ta ki hayatın gidişatı bazı doğrulara acaba mı dedirtene kadar... 5'er dakikalık 2 telefon konuşması beni uzunca düşünmeye sevk etti.....


Bugün dünya hödö hödö günü değil, olsa da ne yalan söylemeyeyim benim umurumda bile değil, sana kalpli, çiçekli böcekli bir mesaj göndermeyeceğim.. Bugün sadece sevginle birini şaşırtmanı isteyeceğim... Uzun zamandır aramadığın evini altüst ettiğin çocukluğunun apartman teyzesini, yaa bir bilmem ne öğretmen vardı bugünü aslında biraz da ona borçluğum dediğin birini ara. Ne bileyim telefon defterini aç, bir çoklarından çok sevdiğin, hiç boşalmayan vaktin yüzünden göremediğin birini ara... Sevgiline çiçek gönder derdim ama yok benden bu tavsiye çıkmaz :) Hımm onun yerine sevgiline özel bir şeyler hazırla.. ne bileyim elinden artık ne geliyorsa ve adresine postala... Al eline güzel bir şarap bu ara hayattan şikayetçi arkadaşına bir uğra, uzun zamandır uzaktan ilgili kişinin yanağından bir makas al yok abartma en iyisi biraz tebessüm kafi, eski sevgiline ona özel bir şarkı dinlet, ailenden sevdiğin biriyle sinemaya git bugün mesela, yeğenini parka götür yaa ne bileyim işte iyice sevgi pıtırcığına sarıyor bu iş:)) 

Şu dünya arkadaşlık gününe inat bugün kendinden başka birini mutlu etme günü olsun. (içerik itibari ile sadece  aşkı içermemektedir, evet dizi adları geçirdiğim içinde yine sanal reklam uygulaması vardır:)) 

Bugün kendi mutsuzluğunu bir yana bırakıp, başka birini mutlu ederken mutlu olabilmenin tadını çıkar!!   

Ps: Seni üzmek istemem illaki ben dünya arkadaşlık günü kutlamak istiyorum diyorsan şöyle yapalım yarın da pek sevdiği ve izlemekten hiç sıkılmayacağım dizi friends günü olsun, bana gel bir kaç bölüm yuvarlayalım... Şu an dinlediğim ve dinlemekten sıkılmadığım şarkı LİNK'de....

2011-11-19

mış gibi yapmak...


TV izlerken bir düğün sahnesinde 32 diş ortada mutlu kutlu kesilen kat üstüne kat pastaya takıldı gözüm... Uzun yıllar "vay bea bu katları üst üste koyup nasıl bu kadar muhafaza ettiklerine dair hayal gücümün sınırlarını zorladığım bu pastaların plastikten ibaret olduğunu, sadece bir dilim kesiliyor gibi gösterilmek için boş bırakıldığını öğrendiğimde kurduğum tüm hayaller geri dönüşüm kutusundan silinenlerin çıkardığı sesle imha oldu.....
Pastayı keserMİŞ gibi yapmaları zihnimde zincirleme kaza etkisi yaptı!..

Ne kadar çok miş gibi yaptığımızı düşünüyorum da... Severmiş gibi, mutluymuş gibi, beğenmiş gibi, sıkılmamış gibi... Genelde pozitif eylemlerin yanında kullanılan bu baştan sona oyun kokusu olan miş gibi...


Can yakıcı mış gibiler olduğu gibi olmazsa olmazları da vardır. Senin dinlermiş gibi yapman gibi :) Hak vermiyor değilim sana, bazen uzun bir cümlede geçen bir kelime insanı kendi aleminde derin dalışlara geçiriyor. Karşındakinin sadece ağzı oynuyor ve sen yaşadığın bir olayı, doğrularını kaybettiğin bir günü geçiriyorsun aklından ya da kimbilir fasulyenin neden bu kadar geç piştiğini... Güzel bir de taktik bulmuş olduğunun farkındayım bir anda ayılıp karşındakinin bir kelimesini yakalayıp devam ediyorsun söze... Hey miş gibi yaptığın zamanlarda kafanı fazlasıyla sallıyorsun, beden dili uzmanlarının bu konuda söylediklerini bilemem ama onaylama eylemin bana aslında beni dinlemediğini bağırıyor :) Okuyunca üzülme bazen insan karşındakine anlattıklarını zaten dinlesin diye anlatmıyor.. ;) İki taraflı çıkılan bir yolculuğun bileti sadece miş gibi yapman. Tabi yorum, ilgi beklenilen bir olay değilse... Çünkü bu gibi durumlarda biri sonunda sana fena çarparsa "plakayı aldın mı?" diye bana sorma...

 
Keyifli mış gibiler de vardır mesela ilizyon. Tüm gösteri boyunca uçulabildiğini, insanın kesilip yeniden birleştirilebildiğini, varı yok edebildiğini, yoku var edebildiğini izlediğimiz ilizyonistlerin tüm bunları el çabukluğu ve dikkati farklı yöne çekerek yaptığını hepimiz biliyoruz da keşke bilmesek.. Çünkü mış gibilerin mış olduğunu anlamak keyifli olmuyor. Sanırım hayal kırıklığı yaratabiliyor ;)

Hayal kırıklığı bana yine afacanlarımdan birinin diş macerasını hatırlattı. İki dişi düşen (bu arada nasıl becerdiyse birini yutmuş :)) sevgili maymunuma okulda diş perisi olduğunu söylemişler. Yastığının altına düşen dilerini koyarsa sabah diş perisinin yerlerine para koyacağını da... Bizimki yuttuğu dişin yerine bir resim çizip diğer dişini de yanına koyarak uyumuş. Ebeveynleri de olayı bildiğinden dişleri ve resimi alıp yerine parayı koymuşlar. Şimdilerde kendisi tüm dişlerimi nasıl sökerimin hesabını yaparken sanırım birilerinin ona ailesinin diş perisiymiş gibi yaptığını söylemesi lazım ki o ben olmayacağım çünkü üst paragrafta da dediğim gibi bazı mış gibilerin anlaşılmasının keyifli olmadığını iyi bildiğimden onu saf hayalleriyle başbaşa bırakmayı tercih ederim! Hah, nasılsa dişlerinin geri kalanı ağzında kalacak :)

Ps: Bugün yeni sardığım dizi ki çok manidar olacak "being human" (İnsanmış gibi yapıyorlar) da çok hoşuma giden bir şarkı oldu. Şimdi tüm mış gibilerini düşünürken LİNK de bulunan şarkı ile bırakıyorum seni..
Konusunu tam olarak bilmemekle birlikte Doğan Cüceloğlu'nun "Mış gibi yaşamlar" diye bir kitanın olduğunu fark ettim, okuyalım bakalım...

2011-10-26

Çizgilerden Taşmak...



3 yaşındaki yeğenime kocaman bir tahta almışlar üzerini çizip boyaması için, başlarda minik sarı yamyamım tahtayı boyamış boylu boyuncaa..Hikayenin gerisinde tabii ki kendisi yerinde durur mu durmaz başlamış koltuk, halı en son da çoraplarından yüzüne geçmiş. Ablacığım kendinden geçerken ona telefonu kapatmasını,  bir kalemde onun eline alıp onun yüzüne kedi bıyığı çizmesine izin vermesini kendisinin de bizim yavruya çizdirmesini söyledim...

İyi de bundan bana ne diyebilirsin :) Hepimiz bu kurallarla yaşamadık mı diye düşündüm kendi kendime.. Yasaklarla!! 

Çizgileri taşırmayarak, çizgilerden taşmayarak...

Şimdi düşünüyorum da sen çocukken boyama kitaplarının çizgilerini yeni bir kıta keşfedercesine taşırıp yep yeni beyazlıklara yelken açardın. Seni daraltmaya çalıştıkları çiçekler, evler, kuşlar, arabalar bir anda yanına senin hayalinden çizdiğin benim bir şeye benzetemediğim ama sende hayat bulan canlı, cansız bir şeylere dönüşürdü ve birileri gelip hep hayır bu boyama kitabı, resim çizmek istiyorsan resim defterin burada derdi...
Sen isyan ettin ve devam ettin, diğerleri ise resim defteriyle devam etti :)

Kural koyucunun hayatta hep kendin olmasını isteyen sen, çocuk yaşlarda başladığın isyan günlüğünün ilk tümcelerini kurmaya başlamıştın bile... Hayatta da öyle oldu sonrasında yaratıcı, kendi kuralları ile dimdik duran sen ve sürekli resim, resim defterine çizilir diyenler...
Şimdilerde çok iyi anlıyorum ve yanındakine bakarak bir işe girişen insanın sonrasında kendi çizgilerini çizmeye başlamasından haz duyuyorum...
Resim yaparken gökyüzünün bugün yeşil olmasını istiyorum söyleyen yeğenime gökyüzü mavi olur ama sen yeşil yapabilirsin diyorum, fotoğraf çekerken altın kuralı dikkate almıyorum zaman zaman, test çözerken sorulara sonundan başlıyorum vs.... Anlayacağın zaman zaman hayatta doğru bildiklerimi yapmıyorum! Artık büyüdük.. Sebebi isyandan değil, sınırlar kendi sınırlarımız; deneyim edip sevmediğimiz şeyleri kendimizi maruz bırakmamak sadece...

Bir filmi izlemeden film eleştirilerini okumamaya da başladım son zamanlarda. İzledikten sonra okuyorum. Çünkü benim gözlüklerimle, yaşanmışlıklarımla kim benim gibi yorumlayabilir ki izlediğimi... Farklı bir cümle yakalayıp bir yere bağlayıp gözlerim dolarken yanımdakinin kahkahalarla güldüğü çok oldu. :) 

Farklılıklar hep güzel geldi bana.. İyi ya da kötü kendini kendi gibi ifade edebilen isyanlar ve tabii sonrasında üretebilen. Pek çok zaman üretmeden sadece eleştiriyi ve yasakları kendine iş haline getirmiş insanların yaratıcıklarının, duvarın kenarına çöp atıldığında duvara "buraya çöp döken...." ile başlayan küfürler yazanlardan farksız olduğunu düşünmüşümdür.


Okula yeni başlayan diğer bir yeğenimin 1. sınıfta yaratıcı drama dersi aldığını öğrendim. Sanırım biz dramayı acemice yalan söylemeye çalışırken öğrendik onlarsa artık okullarda öğreniyor.. Cin Ali artık koleksiyonellerin topladığı değerli parçalar haline gelirken onlar dağları ovaları üç boyutlu maketlerden, kendi vucütlarını dokunduğunda işlevini anlatan organların olduğu oyuncaklardan keşfediyor... Hayal gücünü konuşturan, iyi gözlem yapabilen ve kendinden katacak bu çocuklar ileride hayatta kendi imzaları ile ilerleyebilecekler. Hayal güçlerini dillendirebilecek, somutlaştırabilecekler.

Amacı sadece çizgilere basmak değil, yeni çizgiler ekleyerek kendinden bir şeyler katan insanları seviyorum artık amacı sadece çizgilere basıp isyan edip ettirenleri ise değil..

Ps: Vakit bizlere dayatılarak takılmış başkalarının gözlüklerini artık çıkarıp belki bir kaç kez değiştirerek en sevdiğimizi kullanma vaktidir... Bakalım çanlar kimin için çalacak ;) Şarkımız Link'de ve beni benden alanlardan....

2011-10-23

"Run Forrest Run"


Hayata yetebilmek adına ne kadar çok alana yayılmaya çalıştığımızı farkettiğini söylemen son zamanlarda beni en çok düşündüren cümlelerden biriydi... 

Ortada basit bir düzenek mevcut; ölüm, doğum... Arasını doldurmak için çizdiğimiz yola baktığımda kosakoca bir labirent vardı, karmakarışık... Sonunun çıkmaza bağlandığı ne çok yol yaratmışız kendi kendimize ve önceden göre göre. Ne kadar çok karmaşıklaştırmak için uğraşmışız... Yanlış anlama yine, keyif almak adına ya da kendini geliştirmek adına yaptıklarından bahsetmiyorum, neyi kastettiğimi sen de iyi biliyorsun.

Tüm bunları düşünürken yıllar önce bizi pek etkileyen ve o zaman ki bakış açımızla bile düşündüren bir film arşivden elime geçti ve koydum DVD'ye...

Başlığın gelişinden de anlayacağın gibi evvvet "Forrest Gump"...

Miss gibi samimiyeti yeniden çektim içime. Zeka seviyesi normalin biraz daha altında bir yaşamı kişinin kendi ağzından tasvirleyen bu hikaye söylediğin cümlenin daha daha derinine götürdü beni... Bu arada tasvirleyen lafını bilerek kullandım çünkü gerçek yaşanan ötesine geçip Forrest'ın algısıyla film film olmuş... Algıladıklarını da basitçe tasvir etmiş.

Annesinin anlayabileceği düzeye indirerek hayatı anlatmaya çalıştığı Forrest kökene inildiğinde kaba tabirle doğru kişilere itaat etmiş ve normalde yapabileceğinin üstünün üstüne çıkmış bir adam.. Bunlar öyle küçük başarılar da değil ülke hatta dünya çapında başarılar, ödüller...

Peki bunları yapmak için ne yapmış?? Filmi yıllar önce izlesen de hayal meyal hatırlıyorsundur zaten ama ben söyliyeyim aslında cevabı başlıkta gizli.. "Run Forrest Run" hayatta yapabileceği en iyi, belkide en iyi tek şeyi yaptı koştu... Peki sen ne yapıyosun? diye düşündüm, kendini bölmeye, dağıtmaya, yetmeye çalıştığın parçaları, sonra hangisine tam olarak yetebildiğini. Forrest şanslıydı çünkü birileri onun iyi koşabildiğini keşfetti ama sen daha şanslısın çünkü nerde iyi koşabildiğini anlayabilecek zeka seviyesine sahipsin... 

ve filme dönüş..

Saf bir aşk hikayesi, Amerika'nın yakın tarihi ayrıntıları konuyla inanılmaz güzellikte ilişkilendirilen, kitabı ile kan uyuşmazlığı olduğu söylenen, 6 dalda Oscar alan (en iyi film bunlardan biri) bu filmin en sevdiğim yanı ise başında da söylediğim gibi saf ve samimi anlatımı... 

Para Forrest'ı bozmadı!! :)

Aklıma zeka seviyesi ile olmasa da hayat şartlarından dolayı okumayı bile ileri yaşlarda öğrenmiş senin de tanıdığın bir ünlü geldi.. Kibariye.. Geçenlerde bir programda rastladım kendisine ve aynı samimiyet kokusunu orada da soluduğumu farkettim. Kendi ile ne kadar rahat ve temizce dalga geçebildiğini, hep bildiklerimizi konuştuğumuz bu hayatta onun bilmediklerini de açık yüreklilikle ortaya koyabildiğini... Hayatta en iyi yapabildiği işi yaparak başarıya ulaştığını ve yüreğinin derininden çıkan sesiyle çok tarzım olmamasına rağmen beni nasıl benden alabildiğini. Kendi kendime durdum bir süre sonra seni aradım, hatırlarsın.. Telefonu açtığında tek bir şey söyledim 

"Ben Kibariye samimiyetini özledim"

ve filmden keyif aldığım çok fazla replik bulunmasına rağmen sadece bir kaçını paylaşarak yazıma son vermeye karar verdim; anneden oğluna söylenen yalın ve açık ...

"Hayat bir kutu çikolata gibidir, içinden ne çıkacağını asla bilemezsin."
"Sadece aptalca davrananlar aptaldır."

ve bir replik daha;
  • Jenny: "hey, forrest, Vietnam'da korkmuş muydun?"
  • Forrest: "Evet. şey, bilemiyorum. Bazen yağmur, yıldızların çıkmasına izin verecek kadar duruyordu. O zaman güzel oluyordu. Çölde günbatımının hemen öncesine benziyordu. Suda milyonlarca yakamoz olurdu. Tıpkı o dağ gölü gibi. Çok berraktı Jenny, sanki üstüste iki gökyüzü varmış gibi duruyordu. Sonra çölde, güneş doğduğu zaman, göğün nerede bitip, yeryüzünün nerede başladığını kestiremezdim. Çok güzeldi."
  • Jenny: "Keşke oralarda seninle birlikte olabilseydim."
  • Forrest: "Benimleydin."
  • Jenny: "Seni seviyorum."
  • Pinky: "Budur" ;)
Ps: Kendini soğuğa vurmuş pazar gününü belki kurtarabilir bir şarkı LİNK'de SeNi bekliyor. Kendimi yine Sezen Cumhur Önal gibi hissetim şimdi yaa neyse. :) 

2011-08-15

Madem hava yağmurlu...


"Bu sabah yağmur var İstanbul'da" diyerek pek bir klişe ama bir o kadar da sevdiğim bir şarkının sözlerini hiç utanmadan kullanarak başlayacağım...

Biliyorsun bugün fazlasıyla çaresiz olduğum bir konudan dolayı mutsuzum... Her zaman ne deriz "show must go on" şimdi de olduğu gibi... Pek olmuştur saçma sapan ağlarken güldüğümüz ya da gülerken ağladığımız... Bunun sadece mevzunun aşk olduğu çerez muhabbetleri olmadığı da ikimizce aşikar...

Bugün yine kahkaha ile ağladığımız günlerden biri olsun diyorum, eminim bu mis yağmur kokusu eşliğinde yazı kendi kendini doğuracaktır.

Yağmur zamanları aklıma çok geliyorsun. Hatırlar mısın bir gün geniş geniş romantik komedi sabun köpüğü takibi kolay bir film izlerken dönüp bana "yağmurlu havaları çok seviyorum" demiştin. Tabii ki ben uzun bir süre neden diye sormadım, çünkü bilirsin "dinliyor muyum acaba?" diye sorulan sorular inadına dinlememe hissiyatını bende doğuruyor. :) Neyse huyumu bildiğinden "neden?" sorumu beklemeden devam ettin, "eski sevgilim gezmeyi çok sever, hava yağmurlu olunca evde olduğunu düşünüp rahatlıyorum.
"Yağmur üzerine yazılmış bunca şarkı, çekilmiş fotoğraf, yapılmış resim, filmlerdeki bilmem kaç yüz romantik yağmur sahnesi, şiir, teması yağmur olan ya da yağmur bir tarafına değerli bir süs gibi işlenmiş tüm sanat eserleri anlamını yitirmişti çünkü ne yaparsam yapayım artık bu söylem belleğime kazındı...

Aklıma çocukluğumda yaptığım bir şey geldi bunu anlatmış olabilirim sana, hani annemle otobüsteydim belki ilk okul zamanı.. Üsküdar'a gidiyorduk ve ben şarkı söylemeye başlamıştım birden bire, ama bir saniye o an için çok anlamlıydı. 
"Üsküdar'a gider iken aldıda bir yağmur.." Hatta ufak çapta potpuri yaparak yağmur yağıyor seller akıyor arap kızı camdan bakıyor.. Üsküdar'a gidilen yağmurlu bir hava için gayet uygundu kabul et :) Demek ki çocukluğumdan kalmış bu abuk sabuk zamanlarda durum anlatan şarkılar bulup patlatma yeteneğim. Tabi bu ses ile yetenek olduğu tartışır ama ortada bir emek olduğu için saygı duyup itaat etmeni bekliyorum:))

İstanbul'da yağmura çok lanet ettiğim günler olmadı mı tabii ki oldu. Gerçekçi olalım... Yıllarca Anadolu Asya arasında  sabah toplu halde, birbirine yapışık giden zombilerle sabah gidip akşam dura kalka eve döndüm. Yağmur varken olay daha da korkunçtur. 3 saatte gidilen iş geriye dönüp bakıldığında slow motion çekim yapılmış gibidir, ortaya çıkan film yarım saatlik yolu 3 saatte alınca yüzyılın insanlığa zarar yeni hastalığını anlatmaktadır.
"trafik işkencesi"
Birine uyuz mu oluyorsan bir sakinleştirici atıp yağmurlu havada hadi karşıya geçelim de. İnanın sonunda pes ederek ayaklarına kapanacak hatta bir de kaza olmuşsa kesin sonraki hayatında dönmeyi kabul edersen kölen olmayı kabullenecektir.

Peki o zaman düşünelim... "Yağmurlu havada yapılabilitesi olan neler var?"

* senin açılımın :)
Harika açılımından dolayı ilk sıraya koymak istedim; eski sevgilinizin yağmurlu havada yapacak bir şey bulamadığını ümit ederek ohh o da gezemiyor diyerek kendi kendine sersemce sırıtır huzur yastığından diğer bir huzur yastığına atarsın kendini. Özür dilerim dostum ama ufak bir şey takıldı aklıma o tek yaşamıyor muydu?? Evde tek olduğunu nereden biliyorsun?... 
Bingo, bugün de bir sersem gülümsemenin sonuna geldik, sonlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.. 
Ahh ne demek her daim yanındayım:p


* park yürüyüşü
Yaz yağmuru ise bahsi geçen en yakın parkta yürümek. Hava mis gibi toprak kokar, yapraklar çiçekler ıslanmış olduğundan daha bir tazedir. Bak bana mesela İstanbul'un en düzenli ve güzel parklarından birine Özgürlük Parkı'na çok yakınım, sor bana Yağmurda bir gün yürüdün mü? diye.. 
Hayır:).. 
Bu tavsiyemin sıkıcığından değil, inan oyuna getirmeye çalışmıyorum seni sadece ben yürürken kalabalıkta kaybolmayı sevenlerdenim.


* ve bir anda dekor yukarıdan inerek ve değişir.. Kalabalık bir caddede yolda yürümek.
Dedim yaa kalabalıkta kaybolmayı severim, ıslanmayı, yürürken düşündüklerini tahmin etmeyi, belki boş boş kendime dalmayı. Bazı insanlar yalnızken düşünebilirken ben kalabalıkta da bunu keyifle yapabiliyorum. İstanbul gibi bir yerde yağmurlu havada, kalabalıkta yürürken can güvenliğini korumak için temkinli olmalısın. Renk renk desen desen şemsiyelerin hakim sürdüğü mesela Bağdat ya da İstiklal caddesi gibi bir yerde yürürken inanın atağın nereden geleceğini anlayamayabilirsin. Tavsiyem şemsiyeni tutan arkadaşının kesinlikle senden uzun olması. Tepende çatı var gibi olduğundan yağmurun yağdığını hissetmediğin gibi ayrıca seni şemsiye yaralanmalarından da koruyabiliyor. Tühh sanırım yağmurlu havalarda neden pek görüşmediğimizi anladın.. Bazen blog yazmamam gerektiğini kabul ediyorum ok...


* yağmurda ıslanarak yürümek..
Bu ayrı bir kategori ayrı bir fantezidir. Senin seçimin genelde bu yöndedir ama nasıl:)))
Romantik seçimlerden biri kabul, hatta tshirtün beyaz ise bir çoğuna göre çekici bir seçimde olabilir ancak dediğim gibi seninkiler aslında gerçekten seçim değildir. En son hangi caddedeydi o yağmur magandaları tarafından ıslatıldıktan sonra ağzının içinden su çıkardığımız... Şehirde yürürken arabanın sıçrattığı(yıkadığı) sokak suyuyla boğulma tehlikesi atlatan ender insanlardansın. 
Şimdi seni rezil ettiğimi düşünme benim başıma da tentede biriken suyun  şakır şakır indiğini yanılmıyorsam sen görmüştün. Tanrım üzerimde yeşil bir ceket elimde de sıcak çikolatam ile bir anda dünyanın nasıl tersine dönebildiğine yakından şahit olmuştum. Bir kaç saniyelik uzaylılar beni almaya mı geldi acaba bakışından sonra anladım ki dünyadayım ve yaşıyorum, sonrasında elmacık kemiklerimiz ağrıyana kadar gülmüştük. Ne mi yaptım?? Tuvaletinde saç kurutma makinesi koyan cafeleri seviyorum diyelim;)

* en sevdiklerimden biri geliyor film izlemek
Pek bir keyifli bu aktivite için biraz abur cubur(mısır, dondurma, haribo, sıcak soğuk içecek tercihe göre pizza), bir kaç türde film, battaniye, oturduğun yerden kalkmamak için kumandalar, özellikle benim tercihim gerilim filmlerinde elde oynanacak bir oyuncak, çok ses çıkarmayacak bir arkadaş olabilir. Telefon kesinlikle sessize alınmalı birbiri ardına izlenen film türlerinden etkilenen ruh hali değişkenlik gösterdiğinden gün içinde bir  kaç kere seni arayan insanın üzerinde kalıcı ruhsal izler bırakabiliyorsun. Film sayısı ve türü 4'ü geçerse göz seyirmeleri başlayabilir ve geri kalan hayata disosyatif(çoklu kişilik bozukluğu) ile devam etmek zorunda kalabilirsin. Beklenmeyen sonuçlarda lütfen doktorunuza başvurunuz (hayır filmde yakışıklı olan gerçekte doktor değil:)  

* bunalım
Oooo yağmur bunalımı güzeldir. Benim kafama göre şöylee jazz ya da chill out bir şeyler olabilir ama sen mesela slow popüler müzik mi denir, ne denir? ondan dinlersin işte. İşte daha hafif, ruha iyi gelen bir müzik açılır gelecek zanlıdır geçmiş ise zaten mahkumdur ancak yine de arada açıp işkence edilip tadı çıkarılmalıdır. Ben genelde müzik eşliğinde uyuya kalırım, seni bilmem:)

* play station
ee madem evdeyiz oyun vakti oyun partisi vermek için zamanlama uygun. Pizza söylenir arkadaşlar eve çağırılır. Artık nereden dem vurulursa keyifle başlanır oyuna...

* sevdicek..
Güzel bir yemeğe çıkmak için romantik bir zamanlama olabilir mi ne dersin? Önce arabada biraz gezilir sonra belki sinema ardından alışveriş yapılıp eve gidilip leziz bir yemek yapılır. Yağmurlu bir havada yeniden dışarı çıkmak istenmeyeceğine göre gerisi sana kalmış;)

*kitap, internet, kahve üçlemesi..
Bu içleme tabiki türevleri ile genişletilebilir. Yeni alınmış, kapağı henüz açılmamış bir kitap ya da dergi (mizah dergisi de olabilir(tercihim uykusuz)) okunabilir. Kafi miktarda okunulduğu düşünüldüğünde internete bağlanılıp farklı siteler keşfedebilir ya da evi tercih eden arkadaşlarla laflanabilir ee yanında çay, kahve de fena gitmez. Bana fena gider keza çarpıntı yapıyor:)


* al bundy 
Pek sevdiğimiz şu dizinin (Married... with Children) kahramanı sevgili Al Bundy'nin yolu da yağmur için güzel bir yoldur. Bilen bilir bir durumu vardır ki, "işte huzurlu erkek" dedirten türdedir. 



* vapur
Aklına gelmediğini biliyorum ancak okul sebebi ile vapur yolcuğunu her havada yapmış olmama rağmen nedense en çok yağmurlu havalarda sevmişimdir. Uzaktan görüntü de çok hoştur, martılar nedense özellikle yağmurlu havalarda vapurların totosunda uçuşup dururlar. Şehr-i İstanbul'u yağmurda vapurdan izlemek ayrıcalıktır ki beni de her daim hüzünlendirir. Açık konuşayım motor risklidir. Okula yetişmek için acele ile binilen motorda içerde yer bulamadığınızdan - ee hadi dışarıda oturayım derseniz, iç çamaşırınıza kadar ıslanıp, gürbüz tertemiz bir çocuk olarak görenleri şaşkınlıkta bırakacak ancak kıskandırmayacak tatlılıkta hayatı selamlayabilirsiniz.

* fotoğraf çekmek
Özel zevklere pek girmek istemedim ancak hobin olmasa bile bence denemelisin.. Bulutlu hava ışığın güzel olduğu fotoğraf için uygun havalardır. Dandik bir makinen olsa bile çıkıp bir iki kare yakalama kabiliyetinin de olduğunu var sayıyorum, saymak istiyorum :)

Bir anda aklıma gelenler bunlar tabiki kendime özel seçimlerimde var ama her şeyimi de seninle paylaşırsam sıkıntı olabilir...

Ps: Ah ah söylemeyi unuttum yukarıda bulunan tüm alternatifler tatil günleri için. Bilinen bir şey var ki "iş zamanı iş yapılır" kafanı bunlarla yorma;)
Yazının sonuna geldiğimde gerçek hayat bir anda bir tokatla beni güne döndürdü. Eskimom ve küçük devim sizi seviyorum... Bu yazımda konabilecek yüzlerce şarkım olmasına rağmen...

2011-07-09

Rüyada eski sevgili görmek..


Başlığa bakınca rüyada eski sevgili görmek hayra alamet değildir gibi bir yorum gelecek gibi değil mi?? Yok işte değil,  konu o değil;)

Bu sabah senin telefonunla uyandım... Mutlu ve uzunn geçen bir karaoke gecesinin ardından "eminim çok geçerli bir sebebi vardır" dedim... 
Geçerli sebebin ise eski sevgilini rüyanda görmüş olmandı... Hayal meyal hatırlıyorum uzun uzun anlattın üzerine de yorumlar getirdin, uyku sersemi tek yapabildiğim "hayırdır inşallah" demekti, içimden geçense "düş, geri yattı" :)


Neyse biraz ayılmaya yakın söylediklerini düşündüm... Rüya görmek insanın hakim olabildiği bir şey değildir. "Eternal sunshine of the spotless mind" ı izleyenleriniz bilirler, filmde zihninden eski erkek arkadaşını sildirmiş bir kadın vardır ancak ancak adamla yeniden karşılaştığında çekimi bir yandan hisseder ancak bir gariplik olduğunun da farkındadır. Sanırım biraz durumu buna benzettim... 

Normalde eski sevgiliye çok kızgınsındır ancak rüyanda el ele kırlarda şen kahkahalarla film çeviriyorsundur. Bir yandan aklında "ulen ben bu adamın elini tutuyorum, poly poly hayata gülücükler saçıyorum ama bir şey vardı sanki" diye.... Sevgi sözcükleri havada uçuşur, sahneler değiştikçe değişir...

Gerçek sen ise bir filmde kendisini izleyip "ahh cnm yaa, yapmaaaa, yapma!" der gibi, kahrolmaktadır:)
vee film sona erer, uyku biter... Rüyanda yaşadığın onca şey sanki gerçekten yaşamışcasına vicdan azabı çektirir, kızgınlık yaratır sanki yeniden yaraları tazeler insanda...

Sanırım sana artık hak veriyorum, müdahale edemediğin o rüya hele de hala "wish you were here" tadında hisleri körüklemeye vesile oluyorsa, üzgünüm dostum "inişler sağdan", gelince haberleşiriz:) 

PS: Rüya konusunda derinlerde bir blog yazasım var ancak sabah uyandırılmış olmanın uyku sersemliği ile sana sadece hıhı demekle yetinmenin verdiği vicdan azabı ile blogumla tatlı yanaklarından öpesim geldi:) Son zamanlarda özel ve güzel bulduğum bir şarkı linkten sana...

2011-07-01

Seçim Senin...



Marketteydim..
Tek yapmak istediğim dişlerimi daha iyi fırçalayabileceğim bir diş fırçası almaktı. 

Diş fırçası dediğinde düz, renkli bir çubuk üzerine üç beş tel fırça hayal ederdik eskiden. Hemen sepetime atıp alışverişi sonlandırmayı düşündüğüm diş fırçası artık reyon haline gelmişti. Dünyayı yeniden keşfeder bakışlarla yukarı doğru uzadı bakışlarım... Önce sağa doğru kayan ağzımla sektör ilerlemiş dedim ve araştırmaya başladım. 

İki açılı
Üç Açılı
Dil temizleyicili
Yanak temizleyicili
Beyazlatır etki
Masaj yapan
Sertlik dereceleri, yumuşalık dereceleri, katlanabilen, meyve kokulu fırça saplı (Sanki sapını yiyoruz), tütün çay lekesi gideren, pilli, şarjlı....
Biri vardı ki 360 derece, dil, yanak, diş eti işte ağzınızda ne varsa fırçalayan.. 
Tüm alışverişini 10 dakikada tamamlayabilen ben reyonda yarın saati devirirken diş konusunda paranoyak haline gelmeye başlamıştım. Seçim yapmalıydım ama tüm özellikleri de barındırmasını istiyordum. 

Gözüm seyirmeye başlamıştı ki bu hayra alamet değildi...

Hepsinden birer tane alıp her gün biri ile fırçalamayı bile düşündüm... Zaman ilerlemeye devam ederken aklıma seninle seçeneklerin ve yapmaya çalıştığın seçimler hakkında geçen gün yaptığımız sohbetimiz aklıma geldi. Her şeyin süslü kelimeler, yaratıcı sloganlarla ürün yelpazesini giderek genişlettiği günümüzde gittikçe detayların arasında nasıl kaybolduğumuz....

Sürekli söylediğin evet artık bir aile kurmayı düşündüğün fikri... Eee tabi hoşsun seçenek bol:).. Uzun saçlı, kısa saçlı, kariyerli, seksi, kültürlü, aptal, entel vsss ... Tıpkı diş fırçalarının ürün çeşitliliği gibi..



Sen de aynen benim gibi yarım saattir reyonun önündesin ve kafan karışık.. Ben artık diş fırçası almak istediğimden de emin değilim..Seçeneği az, şansa, rekabetsiz günleri özledim. 

Büyük sloganlarla pazarlanmayan!!

Şimdilerde çok kullanılan bir cümle yankılanıyor kulaklarımda "Her tercih bir vazgeçiştir." 
Öyle bir aşamaya gelmişsin ki artık vazgeçmekte istemiyorsun, haliyle tercih de edemiyorsun... 
Aaa ama atlamamak lazım aslında her gördüğünü deli gibi istiyorsun, tercihin ta ki diğerine gözün takılana kadar...

Sanırım market görevlisi artık deli olduğumu düşünmeye başladı, şirinlikle gülümsemem üzerine tuz biber oldu:) Ben klasik bir fırça tercihinde bulunup yanına kendi aldığım diş ipi ile fırçamı desteklemeye karar verdim...

Sana gelince ya reyon önünde sürekli farklı noktalara takılı kalıp sonunda market görevlisinin "kapatıyoruz" artık demesiyle ayılacaksın ya da benim yaptığım gibi akla yatkın bir fırça tercih edip kendi önlemlerini alarak biraz emek ile mutlu ayrılacaksın... 

Eee yine, yeniden bir tercih ve vazgeçiş dengesi;)

Ps:  Derinlere mi inmek.. Gerek yok, şarkıyı dinleyin.. haaaah unutmadan "çilek reçelime" teşekkürler ;)...

2011-05-28

"Bir Tutam Baharat"


"Tarihteki en büyük savaşların ardında *Baharatlar* vardır.."
 
"Bunca yıl nasıl izlememişim?" dediğim baharat kokulu harika bir film....
Bilirsin çok kullandığım baharat, benim için farklılıklardır, kendine has özelliklerdir. Yemekleri de baharatsız yiyemem...
Yakınırım sana arada;

- Bugün nasılsın?
- Güzel bir gün ama baharatı yok...

Her fırsatta kullandığım bu kelimenin yeni bir boyut kazanması demek şimdi olacakmış. Tüm film benim için masallar diyarında bir baharatçıda geçti. Tüm kokuları aldım. Kapalı Çarşı'da arada kanat sesleri duyulur tabi eğer gerçekten oradaysan. Tavana baktığında oradan oraya uçuşan kuşları görürsün. Film boyunca benim mekanım da uçan halımla Mısır Çarşısıydı.... Bana hayaller kurdurabilen her öğe mevcuttu.. Ses, koku, hikayeee.....

Filmleri başından sonuna satır satır anlatmayı sevmem... Sen izlersin ağlarsın, ben izlerim gülerim herkesin kendine göre yaşanmışlıkları vardır ve aslında en çok etkilendikleri de kendinden bulduğu izlerdir. Zaman zaman yaşayamadıkları da etkiler, sonu gelmemiş bir hikayenin sonu da bağlanır o filmde ya da hep yaşamak istediğin özlemini duyduğun hayat içten içe sarar benliğini, kahramanı olursun bir anda.... Bazı filmlerden çıktıktan sonra bir süre filmde yaşamaya devam ederim. Kendi sonumu yazarım ve hayatıma dönerim. Bu filmde de farklı bir şey olmadı aslında....

Dedim ya başından sonuna anlatmayı sevmem diye ama bu film ile ilgili duymanı istediğim o kadar çok replik var ki aslında...

Hikaye İstanbul'da başlıyor ve bir çok filmden farklı olarak 3 bölümden oluşuyor, isimleri ise çok daha farklı; mezeler, ana yemek, tatlılar.

Fannis İstanbul'da yaşayan Rum bir ailenin çocuğu. Dedesinin boğazın batı yakasında diye geçen tahminimce Eminönü'nde baharatçısı var. Bugünde başlayan hikaye 1959 yılına dönerek devam ediyor ve ardından yeniden günümüze dönülüyor.
Araya bir kaç replik sokmak istiyorum, çok ama çok etkilendiğim tümceler var...

Dede gelen müşterisine lezzet vermesi için köfteye tarçın koymasını öğütler, açıklaması ise;
"- Bazen karşıya istediğini anlatmak için yanlış baharat kullanmalısın!! Kimyon sert bir baharattır; insanları sakinleştirip içe döndürür. Tarçın ise insanların karşısındakinin gözüne bakmasını sağlar. Eğer evet demek istiyorsan tarçın kullan!"
Bu repliği duyar duymaz aklıma kız istemeye giden erkeğin kahvesine tuz koyma hikayesi geldi. Geçenlerde pek bir yakın arkadaşımı istemeye geldiklerinde bu güne kadar saçma gelen bu mizansen ile karşı karşıya kaldım. Müstakbel damat zaten eli ayağı titrer halde heyecanlı iken içtiği o korkunç tuzlu kahvenin farkına bile varamadı ama biz nedense bu olaydan çokça keyif aldık. Filmi izlerken buna güldüm ve tamamen dedenin verdiği taktiğe bağladım. Sanırım şimdi bu komik merasim daha bir anlamlı hale geldi.

Dikkat çekici bir cümle;
"Dede gastronom sözcüğünün astronom sözcüğünün içinde saklı olduğunu söylüyor ve gezenleri anlatmaya başlıyor torununa... Gezegenleri özelliklerinden dolayı baharatlara benzetiyor.

"Midyeleri görünce aklıma hep hamam gelir, insanların yürekleri de buharla birlikte açılır." Bunu duyduğumda hayırdır inşallah dedim, demedim değil. Ne alaka dedim ama filmde böylesi garip tümceler o kadar güzel sahnelerle bağlanıyor ki etkilenmemek mümkün değil.

ve harika meze benzetmesi;
"Mezeler uzağa gidilen yolculukları anlatan öykülerle büyük benzerlik gösterir. Tatları ve aromaları duyguları baştan çıkarır ve macera dolu o büyük yolculuğa hazırlar. Bu yüzden Yunanca'daki geri dönüş sözcüğü dönmek sözcüğünün içinde gizlidir.

"Bu hayatta iki çeşit yolcu vardır, birincisi haritaya bakarak yolculuk edenler, ikincisi de aynaya bakarak yolculuk edenler. Birincisi hep gider, ikincisi ise geri döner"

Tren garında ayrılırken dedenin çocuğa söyledikleri;
"Olduğun yerde yıldızlara bakmayı sakın unutma. Gökyüzünde görebileceğin şeyler vardır ama göremediğimiz de çok şey vardır. Her zaman diğerlerinin göremediği şeyleri anlat. Çünkü bütün insanlar göremedikleri şeylerin hikayesini dinlemeyi pek sever. Tıpkı yemek gibi; yemek lezzetliyse içindeki tuzu görmek umurunda olmaz."


"Bir Tutan Baharat" Türk-Yunan ortak yapımı.Filmin geçtiği yıllara ait siyasi bir takın olayları da filmin içinde buluyorsunuz ki aslında anlatılan siyaset değil yaşanmış bir zorunlu ayrılış hikayesi. Empati kurmaya zorluyor insanı... Ayrıntısını ve tarihsel getirilerini bilemiyorum ancak o tarihlerde Rumlar sınır dışı edilerek göçe zorlanıyorlar. Siyasi replikleri umurumda olmadı ama yoğunlukla hissedilenler ve hissettikleri umurumdaydı. İnsan gözüyle, hissiyatı ile anlatılmıştı hikaye... Sanırım anlatmak için şu repliği aktarmak yerinde olur;
"Türkler bizi Yunanlı diye gönderirken, Yunanlılar da Türk diye karşılıyorlardı."

ve onlar şunu dedi zorunlu olarak zaman zaman duygusal hayatımızda da yaptığımız gibi;
''Bir yerden ayrılacağın zaman artık gittiğin yer hakkında konuşmalısın, bıraktığın yer hakkında değil''
 
Yeniden baharat gerçeğine dönersek birbirinden farklı keskin kokular geliyor aklıma. Bazı kokular vardır ki yanında hissedersin özlediğini. O anı yaşatır mucizevi bir şekilde. Kesin seninde vardır. Annanenin evi, eski sevgilinin kokusu (ki herkesin farklıdır), çocukluğunda  yediğin kurabiyenin kokusu(reklamlarda artık bolca kullanılır oldu, anne kurabiyesi vb.)... Baharatın en önemli yemek unsuru olduğu büyük masalarda büyüdüm ben ve çocuklarım için de hem yemekte hem hayat içinde aynı baharat bolluğunda bir hayat düşünüyorum:)
Ps: Filmde son sahnelerde Tamer Karadağ oynuyor ancak onca büyülü sahneden sonra filme ait değil gibi duruyor. Isınamadım.... Yakın zamanda yapılan bir Bodrum huzur tatilinden sonra uzaklara giden bir şarkı her zaman olduğu gibi linkte;)